EĞLENCEDE SINIR YOQ |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
GÜNEŞ SİSTEMİ |
GEZEGENLER |

|
Fiziğin Büyüleyici dünyasından etkilenenler için, temellerinden modern fiziğe kadar merak edilen tüm konular. |

|
Canlılığın temel bileşenlerinin, canlıların birbirleri ve çevreleri ile olan ilişkilerinin bilimi biyoloji... |
DÜNYA VE AY |
GÜNEŞ VE AY TUTULMALARI |
 |
Üzerinde yaşadığımız gezegen dünya tek uydusu ay hakkında detaylı bir araştırma |
 |
Güneş ve Ay tutulması hakkında merak ettiğiniz her şeyi bulabileceğiniz bir araştırma. |
GELGİT OLAYI(MEDDÜCEZİR)
|
GALAKSİLER
|
 |
Gelgit olayı ve gelgit olayının Dünya ve Ay üzerindeki etkileri hakkında bir araştırma. |
 |
Galaksilerin yapısı, türleri ve evrendeki dağılımı hakkında geniş bir araştırma. |
YILDIZLAR
|
UFO'LAR
|
 |
Yıldızlar nasıl var oldular? bu muhteşem pırıltılarının kaynağı nedir? ve niçin varlar? |
 |
UFO meraklıları için geniş bir araştırma yaptık. Bu araştırmada çok şey bulacaksınız. |
|
|
Güneş Sistemi
Güneş Sistemi, Güneş adını vermiş olduğumuz bir yıldız , bu yıldızın çevresindeki belirli yörüngelerde bulunan 9 gezegen ve çok sayıda küçük gökcisminden oluşmaktadır. Güneş Sistemi'nde yer alan gezegenlerin isimleri sırası ile Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton dur. Evrende sayısız yıldız olduğu tahmin edilmektedir. Bu yıldızlar belli galaksilerde yer alır. Güneş Sistemi de Samanyolu Galaksisi'nin bir elemanıdır. Samanyolu Galaksisi içinde %90'nının büyüklüğü güneş kadar olan 100 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir. Bu yıldızlardan her birinin çevresinde 9 gezegen olduğunu düşünürsek (bazı yıldız sistemlerinde çok daha fazla gezegen vardır.) sadece Samanyolu Galaksisi'nde 1 trilyona yakın gezegen olduğu sonucuna ulaşırız. Tüm evreni ele alırsak sayılarla ifade edemeyeceğimiz bir sonuç ortaya çıkar. Evrende keşif bekleyen sayısız gezegen olmasına rağmen insan oğlunun henüz Güneş Sisteminde ki gezegenler hakkındaki bilgileri bile çok yetersizdir. İnsan oğlunun evren ve gezegenler hakkındaki araştırmaları çok eskilere dayansa da ancak günümüzde bu araştırmalar bilimsel boyut kazana bilmiştir. Son yıllarda uzaya yollanan uzay araçları ve sondalar sayesinde çok değerli bilgiler edinilmişse de bu güne kadar uzay bilimi konusunda yapılabilen en büyük gelişme Ay'a ayak basmak olmuştur.

Güneş sisteminde, diğer tüm galaksi ve sistemlerde de olduğu gibi belli bir düzen vardır. Her gezegen kendisine ait yörüngesinde hiç bir sapma yapmadan dönmektedir. Aynı zamanda yörüngesi yada ekseni etrafındaki dönme süresi hiç değişmeden sabit kalmaktadır. Bu yörüngeler ve periyotların hepsi matematiksel bir düzen içerisindedir. Bu düzeni ilk olarak keşfedin kişi Kepler'dir. Kepler çalışmaları sonucunda Güneş Sistemi'ndeki tüm gezegenlerin periyotlarının bir formüle bağlı olduğunu bulmuştur. Bu formül deki orantı "BodeYasası" olarak bilinir.
Bilim adamları evrenin yaradılışını, evrenin yoktan var edildiğini kabul eden "Big Bang" teorisi ile açıklamaktadırlar. Bu teoriye göre; "Evren, yaklaşık 15 milyon yıl önce sıfır hacim ve sonsuz yoğunluğa sahip olan bir yokluğun şiddetle patlaması sonucunda oluşmuştur". "Big Bang" teorisi evrenin yaradılışı ile ilgili teoriler arsında en çok kanıtı bulunan ve en çok kabul edilenidir. Güneş Sisteminin oluşumu hakkında ise hiç biri tam olarak kabul görememiş bir çok teori bulunmaktadır. Güneş Sistemi'nin oluşumuyla ilgili bilinen ilk teori Decartes'e aittir. En çok destek toplayan teoriye ise, Samanyolu Galaksisi'nde yer alan büyük bir gaz toz bulutunun bir kısmı zamanla yoğunlaşarak Güneş'i ve diğer gezegenleri oluştuğunu iddia etmektedir. Bu teori en mantıklı teori olarak kabul edilse de cevaplayamadığı bir çok soru vardır.
Günümüzde uzay araştırmalarının devam ettiğini söylemiştik. Şimdilik bu araştırma ve çalışmalar yetersizmiş gibi görünse de muhakkak insan oğlunun içinde var olan araştırma ve bilinmeyeni öğrenme isteği, bu çalışmaların artarak devam etmesini sağlayacaktır. Kim bilir belki bir gün evren hakkındaki tüm sorulara cevap buluna bilinir.
Dünya
Üzerinde yaşadığımız gezen, dünyanın yarıçapı 6400 km ve yoğunluğu 5,52 kg/m3'dür. Güneşe yakınlık bakımından üçüncü sırada yer alan dünya ile güneş arasındaki uzaklık 1.5 x 10 8 km'dir. Ve bu uzaklık 1 AB. (Astronomik Birim) olarak kabul edilmiştir. Güneş sistemindeki diğer gök cisimleri arasındaki mesafeler de genellikle bu birim kullanılarak belirtilir. Yapay uyduların kullanılmaya başlaması ile dünyanın tam şekli belirlenmiş ve bu şekle Geoit adı verilmiştir. Dünyanın konumu, atmosferi ve iç yapısı üzerinde yaşam barındırabilmesi için en uygun şekildedir. Güneş sisteminde ve bilinen tüm gezegenler arasında yaşama el verişli tek gezegen dünyadır. Koruyucu bir kılıf görevi gören atmosferi sayesinde meteor çarpmalarına ve güneşin yaydığı zararlı ışınlara karşı gezegen korunur.
Dünyanın iç yapısı üç katmandan oluşmaktadır. Bu katmanlardan en dışta bulunan ve yaşamaya elveriş olana kabuk adı verilmektedir. Tüm canlı yaşamını üzerinde bulunduran, o bu katmanın ortalama kalınlığı 30 km kadardır. Kabuğun hemen altından başlayıp çekirdeğe kadar devam eden tabakaya manto adı verilir. 5100 km derinliğe kadar inen manto tabakasının kabuğa yakın olan bölümü kırılgan kayalardan oluşmaktadır. Dünyanın merkezindeki ısı 5000 C° civarında olduğundan mantonun çekirdeğe yakın bölümü erimiş kayalardan oluşmaktadır. Manto tabakasındaki basınç nedeni ile erime noktaları yükselen demir ve magnezyum katı halde bulunurlar. Dünyanın merkezini oluşturan çekirdek ise %90 oranında sıvı demirden oluşmaktadır. Bunun nedeni çekirdekte tahminen 3 milyon Atm olan basınç altında demirin erime noktasının 8000 C°'yi bulan çekirdek ısısından düşük olması olarak açıklaya biliriz.
Çekirdekte bulunan sıvı demirin konveksiyon akımları ile ortaya çıkardığı dinamo etkisi, Dünyanın manyetik alanını oluşturur. Dünya yüzeyini 100km yukarısından başlayan manyetik alan yaklaşık 6500km yüksekliğe kadar uzanır. Son yıllarda elde edilen veriler ile bu manyetik alanın bir zırh gibi dünya yüzeyini ısı ve benzeri tehlikelerden koruduğu anlaşılmıştır.
Ay:
Yarıçapı 1738 km olan ayın kütlesi xxx'dir. Dünyanın tek uydusu olan ay dünya çevresindeki yörüngesini sabit bir yıldıza göre ortalama 27.32166 günde tamamlar. Buna sideral periyot adı verilir. Dünyadaki her hangi bir noktaya göre ayın güneşle aynı hizaya iki kez gelişi arasında 29,53059 gün vardır buna ise sinodal periyot denir. Ay takvimi sinodal peryoda göre düzenlenmiştir. Ayın safhaları yaklaşık 19 yılda bir aynı güne denk gelir.
Ayın oluşumu henüz tam bir cevap bulamamıştır. Güneş sistemi ve dünyanın oluşumu hakkında birçok teori öne sürülmüş olmasına rağmen ayın oluşumu ile ilgili gerçekçi bir teori yoktur. İleri sürülen üç değişik teori bulunmaktadır. Bunlardan ilki George H. Darwin'e aittir. Bu teoriye göre Ay, dünya üzerinde oluşan merkez kaç kuvvetleri ve güneşin oluşturduğu çekim kuvvetin den kaynaklanan rezonans sonucu dünyadan kopmuştur. Bu teoriye parçalanma teorisi denir. Fakat Roche Limiti gereğince dünyadan kopan bir parçanın ayın bulunduğu noktaya gelmeden parçalanması gerekmektedir. Bu nedenle parçalanma teorisi geçerliliğini yitirmiştir. Diğer bir teoriye göre ise dünyayı oluşturan gaz bulutundan ayrılan bir halka daha sonra da ayı oluşturmuştur. Bu teori ise Roche'ye aittir ve kardeş hipotezi olarak adlandırılmaktadır. Bu teorilere göre daha mantıklı temellere dayanan ve T.J.J See tarafından 1909'da ileri sürülen diğer bir teoriye göre ise ay daha önce başka bir gezegenin uydusuyken, yörüngesinden sapmış ve dünya yakınlarından geçerken dünyanın çekin alanına kapılmıştır. Bu teorinin doğruluğunun kanıtlanması için dünya ve Ay'ın kimyasal özelliklerinin farklı olması gerekmektedir. Fakat 1969 yılında aydan alınan ilk örneklerin incelenmesi ile yakalanma teorisi zayıflamıştır. Ay'ın oluşumu ile ilgili günümüzde de geçerliliğini koruyan bir hipotez yoktur.
Güneş Ve Ay Tutulmaları
Ay dünya etrafındaki yörüngesini tamamlarken belli zaman aralıklarında dünya ile güneş arasına girebilir. Bu durumda dünya yüzeyinde belli bölgelere düşen güneş ışınları ay tarafından engellenmiş olur. Açık bir havda rahatlıkla gözlene bilinen bu olaya Güneş tutulması adı verilir. Dünya ve ay yörüngeleri farklı düzlemlerde bulunan elipsler oldukları için, dünya, ay ve güneş arasındaki uzaklıklar devamlı olarak değişir. Bu değişme güneş tutulmalarının tam güneş tutulması, halkalı güneş tutulması ve parçalı güneş tutulması gibi çeşitli şekillerde oluşmasına neden olur. Dünya, ay ve güneş arasındaki mesafe nedeniyle, dünya yüzeyinde tam güneş tutulmasının gözlene bilindiği bölge daima 300 Km den küçüktür. Bu alan çevresinde ayın penmulası içine düşen 500 Km 'lik bir bölgede, kısmi güneş tutulması gözlene bilinir.

|

|
Ay ekliptiğe göre eğik bir yörüngede dolaşır, dünyanın da bu yörünge düzlemine dik olmayan bir eksen etrafında dönmesi, güneş tutulmasının gözlenebildiği alanın dünya üzerinse bir yol çizmesine neden olur. Umbra (gölge) ve halka kolonisinin dünya üzerinde çizdiği bu yola "tam tutulma yolu" adı verilir.
Ay dünya etrafındaki yörüngesini tamamlarken, dünyanın güneş ve ay arasında kalmasına neden olabilir. Bu durumda ay yüzeyine düşen güneş ışınları dünya tarafından engellenmiş olur. Karanlıkta kalan ay kısa süreli de olsa dünyadan gözlenemez bu olaya ay tutulması adı verilir. Bulutsuz bir gecede çıplak gözle rahatlıkla fak edilebilen bu olay, güneş tutulmasına göre, dünya yüzeyinde daha geniş bir alandan gözlenebilir. Ay tutulmasının dünya yüzeyinden gözlenebildiği alan dünyanın yarısından 24º kadar fazladır.

Ay ve Güneş tutulmaları nadir gözlenen doğa olayları oldukları için bu olaylar üzerine bir çok efsane yazılmış ve bir çok insan için kötülüğün habercisi olarak kabul edilmiştir. Günümüzde bazı bilim adamlarına göre tutulmalar dünya üzerinde değişik etkilere neden olmaktadır. Örneğin; "güneş tutulması sırasında dünyanın aynı yarım küresinin, aynı anda güneş ve ayın çekim kuvvetine tabi kalması deprem ve benzeri doğal olayları etkilemektedir". Tabi ki şimdilik bu düşünceler kanıtlanmış değil fakat yinede tutulmaların ufakta olsa dünya üzerinde var olan etkileri bilinmektedir.
Gelgit Olayı (Meddücezir)
Ay ve Güneş'in Dünya üzerinde oluşturduğu çekim kuvveti nedeni ile 12 saat 25 dakikalık aralıklarla dünya yüzeyindeki karşılıklı iki bölgede sular kabarır ve iki kabarma süresi arasında tekrar eski haline döner bu olaya gelgit (meddücezir) adı verilir. Dünya, Ay ve Güneş'in aynı doğrultuya geldikleri yeni ay ve dolun ay konumlarında suların kabarması maksimuma ulaşır ve gelgit olayı en belirgin halini alır. Dünyanın Ay'a yakın olan yüzünde, sular Ay'ın çekim kuvveti sayesinde kabarırken diğer yüzünde merkez kaç kuvveti daha fazla olduğu için sular kabarır. Bu nedenle dünyanın karşılıklı iki tarafında sular aynı anda kabarır ve aynı anda çekilir.

|
Yandaki şelilde görüldüğü gibi "yeni ay" ve "dolun ay" dönemlerinde ay ve güneş aynı doğrultuya gelmektedir. Bu dönemlerde oluşluşan büyük çekim kuvveti suların daha fazla kabar masına neden olur. Doğal olarak "gel-git" olayının en belirgin olarak gözlendiği dönemlerde "yeni ay" ve "dolun ay" dönemleridir. |
Dünyanın ekseni etrafındaki dönme hızının Ay'ın yörünge hızından fazla olması nedeni ile su kütlelerinin kabarıklığı devamlı öne taşınır. Kabaran suyun Ay'ı kendisine doğru çekmesinden dolayı Ay'ın yörünge hızı devamlı artarken Ay'ın Dünyayı kendisine çekmesinden dolayı Dünyanın ekseni etrafındaki dönüş hızı devamlı azalır. Bu olay Dünyanın ekseni etrafındaki dönüş hızıyla Ay'ın yörüngesi etrafındaki dönüş hızı birbirine eşitlenene kadar devam edecek. Bu eşitlik sağlandığında gün süresinin bugünkünün 60 katı olacağı hesaplanıyor. Yine aynı hesabın verdiği bir sonuca göre 3-4 milyar yıl önce gün süresi bugünkünün 1/6'sı kadardı. Ayrıca Gelgit olayından dolayı Dünya ve Ay birbirlerinden yılda 2cm uzaklaşıyor. Bu mesafe Dünyanın ekseni etrafındaki dönüş hızıyla Ay'ın yörüngesi etrafındaki dönüş hızı birbirine eşitlendiğinde sabitleşecek.
Galaksiler
Evreni oluşturan gök cisimleri belli bölgelerde yoğunluk gösterir. Gök cisimlerinin yoğun olarak bir arada bulunduğu ve düzenli bir sistem oluşturduğu bu bölgelere galaksi adı verilir. Galaksilerin keşfi çok yakın bir geçmişe dayanır. 20. Yüzyılın başlarında yaptığı gözlemler sonucunda bizim galaksimiz (Samanyolu) dışında da galaksiler olduğunu bulan Edwin Hubble, insanların evrene bakış açısını tamamen değiştirmiştir. Galaksiler genellikle tek olmakla beraber bazen gruplar halinde de bulunabilirler. Bu gruplara galaksi kümleri adı verilir. Yakınbir geçmişe kadar galaksileri oluşturan gök cisimlerinin, galaksi merkezindeki dev karadelikler sayesinde bir arada tutulduğu tahmin edilmekteydi. Fakat devasa büyüklükteki galaksileri, bir arada tutmak için gerekli olan kuvveti merkezindeki dev karadeliklerin karşılayamayacağı bu gün bilinen bir gerçektir. Bu muazzam kuvvet evrendeki maddenin %90 kısmını oluşturan ve tanımlanamayan madde de diyebileceğimiz "karanlık madde" tarafından üretilmektedir.
Galaksilerin Sınıflandırılması:
Galaksiler sınıflandırılırken fiziksel özelliklerinden faydalanılır. 20. Yüzyılın başlarında Edwin Hubble'ın galaksilerin dış görünüşlerine bakarak yaptığı sınıflandırma günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır. Bu sınıflandırma için kullanılan yönteme "Hubble Diyapazon Diyagramı" adı verilir.

- E: Eliptik
- S0: Lenticular (Merceğin Yandan Görünüşü)
- S: Sarmal (normal & çubuklu)
- I: Düzensiz
Eliptik Galaksiler:
Adından da anlaşılacağı gibi eliptik bir görünüme sahip olan eliptik galaksiler çok az miktarda gaz ve toz bulutu içerirler, çoğunlukla yaşlı (Pop II) yıldızlarından oluşmuşlardır. Genellikle galaksi kümleri içerisinde yer alan bu galaksilerin yarı çapları 1-200 kpc , kütleleri ise 106 - 1013 Mgüneş kadardır. Tam bir küre şekline sahip olan türlerine "E0" adı verilirken, "E7" ismi verilen türlerine kadar giderek elipsleşen bir yapıya bürünürler.
Lenticulars (Merceğin Yandan Görünüşü):
Çoğunlukla galaksi kümeleri içerisinde yer alan "S0" galaksileri, yıldızlar arası gaz ve toz bulundurmazlar. "mercek" de denilen bu tür, genelde yaşlı (Pop II) yıldızlardan oluşur. Şekil olarak eliptik ile sarmal galaksiler arasında bir yere sahip olan bu galaksilerin çekirdek ve diski vardır fakat sarmal kolları yoktur.
Sarmal (Spiral) Galaksiler:
Sarmal galaksiler evrendeki galaksilerin büyük bir çoğunluğunu temsil eder. Yüksek miktarda toz ve gaz içeren sarmal galaksiler çok parlak bir görünüme sahiptir. Genç (Pop I) ve yaşlı (Pop II) yıldızlar içermektedirler. Ortalama kütleleri 109 - 1011 Mgüneş olan sarmal galaksilerin çapları yaklaşık 5-50 kpc kadardır. Çoğunlukla galaksi kümleri dışında yer alırlar. Çubuklu (SB) ve çubuksuz(S) olmak üzere iki ayrı sınıfta toplanırlar. Sarmal galaksilerin büyük çekirdeğe ve merkeze yakın kollara sahip olan türlerine "Sa" ismi verilirken, daha küçük çekirdek ve daha dağınık kollara sahip olanlarına "Sb", en küçük çekirdeğe ve en dağınık kollara sahip olanlarına ise "Sc" adı verilir. Aynı sınıflandırma çubuklu sarmal içinde geçerlidir. Sadece çubuklu sarmal olduğunu belirtmek için "SB" şeklinde isimlendirilirler. Yine çekirdek büyüklüğü ve kolların dağınıklık sırasına göre "SBa", "SBb" ve "SBc" olarak adlandırılırlar.
- Ortalama Tayf Türleri: A, F, G, K
Düzensiz Galaksiler:
Yukarıda anlattığımız galaksi türleri arasına girmeyen tüm galaksiler düzensiz galaksiler olarak adlandırılır. Galaksi kümeleri dışında yer alan bu galaksiler genç (Pop I) yıldızlar ile büyük miktarda gaz ve tozdan oluşurlar. Görünüş olarak ayırt edici bir özelliği olmayan bu galaksilerin çapları 1-10 kpc arasında, kütleleri ise 108 - 1010 Mgüneş kadardır.
- Ortalama tayf türleri: A, F
Galaksi türlerinin evrendeki dağılımı;

Evrenin Yaradılışı Ve Yapısı
Uçsuz bucaksız gökyüzüne bakıp da hayran olmamak elde değildir. Çıplak gözle görülebilen sayısız yıldız bile evrenin ne kadar karmaşık bir yapıda olduğunu fark etmemiz için yeterli. Ama çıplak gözle gördüğümüz gökyüzü evrenin milyarda birlik bir kısmını bile temsil etmiyor. Gerçekte evren insan aklının almakta zorluk çekeceği bir büyüklüğe ve karmaşıklığa sahip. Güneş sistemini barındıran Samanyolu galaksisi dahil yaklaşık 100 milyar galaksiden ve sayısız gök cisminden oluşan devasa boyutlardaki evrenin çapı, devamlı genişlemeğe devam etmektedir. Evren büyüklüğü yanında, ilginçliği ve karmaşıklığı ile de akıl sınırlarını zorlamaktadır. Evrende var olan enerjinin sadece %10'luk kısmı tanımlana bilen maddelerden (gezegenler, yıldızlar, karadelikler ve çeşitli gazlar) oluşmaktadır, geri kalan enerjinin %90'lık kısmı "Karanlık madde" ismi verilmiş olan gözlemlenemeyen ve tanımlanamayan maddelerden oluşmaktadır. Bu denli büyük ve karmaşık olmasına rağmen, evrende var olan sayısız gök cismi eşi görülmemiş bir denge örneği göstermektedir. Evrenin tüm bu özellikleri kozmolojiyi bilim adamları için en popüler bilim dallarından biri haline getirmiştir. Şu an yaşamakta olan ve günümüze dek yaşamış tüm büyük bilim adamları evreni araştırmış ve özellikle teorik kozmoloji alanında çok büyük çalışmalar yapmışlardır.
Big Bang (Büyük Patlama) :
Bilim adamları böylesine kompleks bir yapıya sahip olan evrenin oluşumu hakkında tarih boyunca değişik fikirler ve teoriler ortaya atmışlardır. Fakat diğer konulardaki anlaşmazlıklara rağmen günümüzde evrenin başlangıcı konusu, bilim adamları arasındaki tam bir fikir birliği ile "Big Bang" adı verilen teoriye dayandırılmaktadır. Bu teori evrenin 10-20 milyar yıl önce "yoktan var edildiğini" ileri sürmektedir. Yani zamanımızdan 10-20 milyar yıl önce madde ve zaman yokken "Big Bang" adı verilen büyük bir patlama ile aniden madde ve zaman yaratılmıştır. "Big Bang" teorisi ilk olarak 1922 yılında Alexander Friedmann tarafından ortaya atıldı. O güne kadar evrenin durağan olduğunu savunan bilim dünyasının bu yeni teoriyi kabullenmesi hiçte kolay değildi. Çünkü bu teori evrenin, zaman ve maddeden bağımsız olan tüm boyutların üzerindeki bir güç tarafından yaratıldığı anlamına geliyordu. Aynı zamanda "maddenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini" iddia eden materyalist felsefe kökünden çürütülmüş oluyordu. Özellikle materyalist bilim adamları bu teoriyi kabul etmek istemedi. Fakat "Big Bang" gerçeğini görmezlikten gelmek çok zordu. Ünlü astronom Edwin Hubble 1929 yılında yaptığı gözlemler sonucunda evrenin devamlı genişlemekte olduğunu ispatladı, bu ispat Big Bang teorisi için çok büyük bir kanıttı. Hubble'ın bu buluşu teorinin büyük bir bilim kesimi tarafından kabul görmesini sağladı, teoriyi kabullenmek istemeyen ve genişleyen evren modeline uygun değişik teoriler oluşturmaya çalışan bir kaç bilim adamı ise ancak1989 yılındaki "Big Bang" teorisinin kesin zaferine kadar dayanabildiler. Teorik hesaplamalara göre büyük patlamadan arda kalması gereken radyasyonu araştırmak üzere NASA tarafından 1989 yılında fırlatılan CUBE uydusu bu radyasyonu fırlatılışından sekiz dakika sonra belirleyerek "Big Bang" teorisini kesin olarak kanıtladı. Bu kanıttan sonra artarda gelen diğer kanıtlar teoriyi desteklemeğe devam etti. Evrendeki enerjinin bilinen kısmının büyük bölümü yıldızlarda, Hirojenin (H), füzyon sayesinde Helyuma (He) dönüşmesi ile oluşmaktadır. Bu enerji dönüşümü evrenin başlangıcından bu yana devam eden bir süreçtir. Eğer evren sonsuzdan beri var olsaydı hidrojenin tümünün helyuma dönüşmüş olması gerekirdi. Fakat şu an evrende var olan hidrojen, helyum oranı teorik hesaplamalara göre "Big Bang" 'den bu yana olması gerektiği gibidir. Bu ve benzeri bir çok delil "Big Bang" teorisinin güçlenerek ilerlemesini sağlamaktadır.
Evrenin İlk Anları Ve Büyümesi :
Büyük patlamadan önce madde varolmadığına göre maddeye bağımlı olan zamanın varlığından da söz edilemez. Bu noktada bir fikir ayrılığı olmadığına göre Big Bang'den öncesinden söz etmemiz mümkün değil. Bizim inceleye bileceğimiz, büyük patlama anında neler oldu? Nasıl oldu da böylesine büyük bir patlama ile bu kadar kompleks yapıya sahip bir evren oluştu? gibi soruların cevaplarıdır. Bu soruları ancak teorik kozmoloji verilerine dayanarak yanıtlaya biliriz. Fakat elimizde gerekli veriler olmadığı için Big Bang anını açıklamakta fizik teorileri yetersiz kalıyor. Daha önceki anlarda neler olup bittiği konusunda henüz kesin deliller bulunmadığı için şu an en fazla patlamadan sonraki 0,00001'inci saniyeden bahsedebiliriz. Patlama anında ortaya çıkan muazzam sıcaklık, patlamadan 0.00001 saniye sonra kuarkların (atom altı parçacıkların) proton ve nötronları oluşturabileceği seviye kadar düştü, bu noktada tek atomdan oluşan ve en basit yapıya sahip element olan H (hidrojen) elementi oluştu. Patlamadan birkaç dakika sonra milyar derece cinsinden ifade edilebilecek değere düşen sıcaklık sayesinde "döteryum", "helyum" ve "lityum" elementleri oluşmaya başladı. "Büyük Patlama" anından sonraki genişleme hızı çok hassas bir değerdedir. Yapılan teorik hesaplamalara göre bu genişleme hızı, gerçekte olandan milyarda bir daha yavaş gerçekleşseydi muazzam kütle çekim etkisi ile evren kendi üzerine çökerek tekrar yok olacaktı. Tersi bir şekilde, evrenin genişleme hızı milyarda bir daha hızlı olsaydı atom altı parçacıklar atomu ve dolayısıyla evrende var olan gök cisimlerini oluşturamayacak şekilde dağılacaktı. İlk atomların ve elementlerin oluşmasından sonraki uzunca bir süre evren genişlemeye ve soğumaya devam etti evren yeteri kadar soğuduğunda kütle çekiminin etkisi ile gazlar yoğunlaşarak değişik gök cisimlerini oluşturmaya başladı. Evrende var olan hidrojen ve helyum dışındaki tüm elementler yıldızların oluşumundan sonra, bu yıldızların çekirdeğinde gerçekleşen nükleer tepkimler ile üretilmiştir. Bu gök cisimlerinin bir araya gelerek niçin galaksileri oluşturduğu henüz kesin olarak açıklanabilmiş değildir. Bunun açıklanması "kara enerji" ve "kara delik" olarak adlandırılan gök cisimlerinin tam olarak anlaşılmasına bağlıdır. Sonuç olarak bu günün bilimsel şartları ile kesin bir şekilde açıklayamadığımız bir süreç sonunda evren şu anki kompleks yapısına geldi ve her geçen saniye genişlemeye devam ediyor.
Evrenin Yapısı :
Yazımızın başında da bahsettiğimiz gibi evren akıl almaz komplekslikte bir yapıya sahiptir. Evrenin bazı bölümlerinde çok büyük boşluklar varken, bazı bölümleri yoğun bir şekilde gök cisimleri ille doludur. İlk bakışta dağınık gibi görünen bu yerleşim şekli aslında Big Bang teorisinin ön gördüğü şekilde, homojen bir evreni oluşturmaktadır. Evren, 400 milyon ışık yılından daha geniş bir bölümü incelendiğinde homojenlik göstermektedir. Big Bang'den sonra hidrojen ve helyumdan oluşan gazlar kütle çekim enerjisi ve dönmelerinden kaynaklanan manyetik etkinin yardımı ile yoğunlaşarak değişik gök cisimlerini oluşturdular. Yine bu Büyük Patlama sonucunda oluşan ve "kozmik fon ışınımı" adı verilen radyasyon bütün evrene yayılmış durumdadır. Gök cisimlerinin yoğunluk gösterdiği bölgelere galaksi (gökada) adı verilmektedir. Kesin olmamakla beraber galaksilerin hemen hemen hepsinin merkezinde galaksiyi dengede tutan büyük bir karadelik varolduğu tahmin edilmektedir. Fakat yapılan inceleme ve hesaplamalar var olan karadelik ve diğer gök cisimlerinden kaynaklanan kütle çekim etkilerinin bu galaksileri bir arada tutmaya yetmeyeceği fark edilmiştir. Bu noktada teorik olarak var olan fakat tanımlanamayan ve gözlenemeyen başka bir maddenin varlığı bulunmuştur. Bilinen hiç bir fiziksel tanıma uymayan ve tamamen görünmez olan bu maddeye "karanlık madde" adı verilmektedir. Karanlık madde evrende var olan maddenin yaklaşık olarak %90'lık kısmını oluşturmaktadır. Karanlık maddenin dışında kalan ve tanımlana bilen gök cisimleri genel olarak gezegenler, meteorlar ve yıldızlardır. Ömrünü tamamlayan yıldızların ölümü ile oluşan beyaz cüceler, nötron yıldızları ve daha karmaşık bir yapıya sahip olan karadelikler evrenin en yoğun ve hakkında en az bilgi bulunan diğer cisimleridir. Ömrünü tamamlayan yıldızların "nebulla" adı verilen patlamaları sayesinde çekirdeğinde üretilen ağır elementler uzaya dağılır ve meteor şeklinde gezegenlerin üzerlerine yağar. Bu yolla demir gibi ağır elementler gezegenimize patlayan yıldızlardan bir hediye olarak gelmektedir.
Evrenin gerçek yapısının şu an bilinenden daha karmaşık olduğu tahmin edilmektedir. Henüz açıklanamayan bir çok enerji şekli evrenin değişik bölümlerinde görev yapmaktadır. Örneğin yakın dönemdeki bir keşfe göre, evren giderek yavaşlaması gerekirken aksine hızlanan bir genişleme göstermektedir. Bu genişlemenin nedenini ve kaynağını bir türlü açıklayamayan kozmologlar bu güce "karanlık enerji" adını verilmiştir. Günümüzde çoğu hesaplara ve tahmine dayanan bir çok teori ileri sürülerek evrenin yapısı anlaşılmaya çalışılmaktadır. Fakat evreni tam olarak anlamak için çok geniş zaman dilimlerine uzanan ve belki de insan neslinin hiç birinin göremeyeceği kadar uzun sürecek inceleme ve gözlemlere ihtiyaç vardır. Tahminen, gelişen teknolojinin beraberinde getireceği ileri seviye teleskoplar ve geliştirilecek yeni gözlem sistemleri ile insan oğlu çok kısa zaman dilimleri içerisinde kozmoloji alanında bu gün olduğumuzdan çok daha büyük bilgilere sahip olacaktır.
Evrenin Sonu :
Devasa büyüklüğe ve akıl almaz karmaşıklığa sahip olan bu muhteşem evren her şey gibi bir gün son bulacaktır. Bu sonun nasıl olacağı sorusu evrenin kapalımı yoksa açık mı olduğu sorusunun cevabına bağlıdır. Peki "kapalılık "ve" açıklık" ne anlama geliyor. Kapalılık, evrenin genişleme hızının kütle çekim enerjisini yenecek kadar büyük olmadığı anlamına gelir. Evrenin açık olması ise, genişleme hızının kütle çekim kuvvetini yenecek kadar büyük olduğu, yani evrenin büyük patlama anındaki hızının kurtulma hızının üzerinde olduğu anlamına gelmektedir. Şu an teorik fizikçiler evrenin kapalı yada açık oluşu ile ilgili kesin bir yargıya sahip değiller. Evren ister açık olsun ister kapalı üzerindeki bu muhteşem denge eninde sonunda bozulacak ve madde bir şekilde yok olacaktır. Eğer evren kapalı ise genişlemesi bir gün duracak ve Big Bang'in tersi bir şekilde, kütle çekiminin etkisi altında kalan everen zamanla küçülecek, ısınacak ve sonuçta sonsuz yoğunluk ve sıfır hacme ulaşarak yok olacaktır. Kesin bir bulgu olmamasına rağmen, bilim adamalarının çoğu evrenin sonunu bu şekilde tanımlamaktadırlar. Eğer evren açık ise üzerine çöküş gerçekleşmeyecek, fakat geçen zamanla birlikte genişleyen evren soğuyacak ve üzerindeki maddeyi oluşturan tüm enerjiyi harcanarak yok olacaktır. Bu ikinci yok oluş senaryosuna göre 1014 yıl sonra evrendeki tüm yıldızların yakıtı tükenecek ve bu enerji tükenişi ile soğuyan evren yaklaşık 101500 yıl sonra tamamı ile demire dönüşerek var olan tüm enerjisini tüketecek. Şimdilik everenin sonu hakkında ancak bu iki olasılıktan birinin gerçekleşebileceği tahmin edilmektedir. Evren yok olduktan sonra yeni bir evrenin oluşup oluşmayacağı ise insan oğlunun cevaplandırılamayacağı bir soru olarak gizemini korumaktadır.
UFOlar (Unidentified Flying Object)
Uçan daireler, yani bilimsel adlarıyla UFOlar (Tanımlanamayan Uçan Nesneler), yıllarca insanların akıllarında bir soru işareti olarak kalmayı başarmışlardır. Acaba UFOlar gerçek mi? Yoksa bir takım güçlerin insanları aldatmak için kullandıkları hayal ürünleri mi?. Bu soruları yanıtlamak gerçekten zor. Ama inkar edilmesi de en az o kadar zor olan bir gerçek var ki; Bu nesneler ister uzaylı, ister insan ürünü olsunlar, yıllardır semalarımızda dolaşıyorlar ve sayısı yüz binlere varan insanlara görünüyorlar.
|

(Klasik bir UFO resmi)
|
UFO gördüğünü iddia eden insanların, çok farkı bölgelerde yaşamalarına rağmen anlattıklarının (bazı istisnalar dışında) birbirlerine çok yakın, hatta birebir olması. Ufaların varlığını bizlere kanıtlayan en büyük delil. Bunun yanı sıra çekilen binlerce farklı UFO resim ve videolarını hemen her yerde görebilmek mümkün. Bu resimlerin içinde fotomontaj yada fırlatılan bir tabak resmi olanlar çoğunlukta, fakat açıklamakta güçlük çekilen ve görenleri hayrete düşüren resim ve videoların sayısı da küçümsenemeyecek boyutlarda. Bu veriler ışığında genel bir tanımla UFOlar "şekil olarak uçan bir fincan tabağını andıran, çevresinde dönen yeşil, kırmızı ve mavi ışıklar bulunan aynı zamanda müthiş bir çevikliğe sahip araçlardır". Tabi ki dünyada bu güne kadar görüldüğü iddia edilen UFOlar bu tanımla sınırlı değil, sadece bir ışık yumağı halinde olanlar, puro şeklinde olanlar, irili ufaklı ışıklar halinde olanlar vs.. Tanımların bazen farklılıklar göstermesine rağmen genel olarak tanımlanan UFO şekli fincan tabağı şeklindeki UFOlardır.
|
UFOlardan bahsedilince bunları kullandığı iddia edilen uzaylılara da değinmeden geçmek mümkün değil. Uzaylı denildiği zaman ilk akla gelen çizgi filmlerden tanıdığımız antenli ve dünyayı ele geçirmeye çalışan yaratıklardır. UFO tanımlarının farklılık gösterdiği gibi uzaylı tanımları da farklılık göstermektedir. Bunlardan en çok bilinen ve bir çok bilimkurgu filmine konu olan klasik UFO tiplemesi, "gri renkli, büyük kafalı ve uzun parmaklı insana benzeyen yaratıktır". Bunun yanı sıra dış görünüş olarak tam bir insana benzeyen, takım elbiseli ve Güneş gözlüklü yaratıklar, küçük,antenli yaratıklar, iri gözlü, yeşil yaratıklar vs.. gibi uzaylı tanımları da ileri sürülmektedir.
|

(Roswell olayında ele geçirildiği iddia edilen uzaylı )
|

(Roswell olayında düştüğü iddia edilen UFO, yetkililer tarafından incelenirken)
|
Binlerce kişinin UFO gördüğünü iddia ettiğini söyledik, acaba UFOlar ilk olarak ne zaman görülmeye başlandı? Aslında UFOlarla ilgili hikayeler insanlık tarihi kadar eskidir. Arşivlerde Eski Mısır Medeniyeti'ne ve çok daha öncesine dair UFO hikayeleri mevcuttur. Günümüze baktığımız zaman ise UFOların ikinci dünya savaşı ve sonrasında ortaya çıktığını görüyoruz. UFOların neden özellikle ikinci dünya savaşında ortaya çıktığına dair bir çok iddia var. UFOLOG'ların açıklamalarına göre Japonya'ya atılan atom bombasının oluşturduğu patlama uzaylıların dünyaya olan ilgisini arttırdı ve incelemeler yapmak için dünyayı ziyaret etmeye başladılar. Son yıllarda UFO gördüğünü iddia edenlerin sayısı azalsa da halen bazı UFO ihbarları var.
|
UFOlarla ilgili sayısız olay anlatılmakta, şüphesiz ki bunlardan en çok bilinen ve üzerinde en çok durulan UFO vakası Roswell olayıdır. Tarih 8 Temmuz 1947, yer Amerika William Mac Brazel Çiftliği; Çiftliğin sahibi o gün çiftlik sınırları içine düşmüş olan garip bir cisim ve bu cismin içinde bacağı parçalanmış şekilde ölü bir yaratık görür. Çifti olayı hemen askeri yetkililere bildirir. Bu ihbardan hemen sonra Mexico eyaletinde bulunan Roswell Hava Üssü'nden yapılan "bir uçan daire ele geçirilmiştir" açıklaması gündeme bomba gibi düşer(Bu açıklama nedeni ile bu olay roswell olayı olarak bilinir). Olay yerine gelen askeri ekipler düşen cismi ve cesedi alarak incelemek üzere götürürler ve bir süre sonra Fort Worth Hava Üssü 'nden başka bir açıklama gelir "Askeri amaçlı bir araştırma balonunun parçaları, uçan daire parçaları sanılmıştır". Bu iki çelişkili açıklama insanların kafasını karıştırmıştır. O günden sonra bu olay tüm dünyada konuşulmaya ve tartışılmaya başlanır. Daha sonraki yıllarda bu olayda düşen cismin UFO olduğuna dair resim, video ve resmi belgeler ele geçirilse de kesin kanıt bulunamaz.
|

(Roswell olayında ele geçirildiği iddia edilen UFOyla deneme uçuşu yapan bir pilot.)
|
Roswell olayı ve buna benzer bir çok olay insanların kafasını karıştırmaya yetmiştir. Aslında ilk bakışta çok inandırıcı ve çarpıcı gelen bu olaylar acaba bir aldatmaca olabilir mi? Bu konu üzerinde fikir yürütenlerin sayısı da en az UFOların varlığına inananların sayısı kadar fazladır. UFOların aldatmaca olduğunu savunan araştırmacıların ileri sürmüş olduğu en büyük teori, A.B.D. yada diğer büyük ülkelerin, yapmış olduğu araçlarla diğer ülkeler üzerinde casusluk amaçlı uçuşlar yapıp, gizli askeri bilgiler topladığı ve kendilerini gören insanlardan gizlemek için UFO aldatmacasını ortaya sürmüş olduğu iddiasıdır. Bu ve buna benzer bir çok teori otaya atılmıştır. Bunların çoğu gerçekten inandırıcı temellere dayanmaktadır.
|
UFOların sadece bir aldatmaca olduğuna dair ileri sürülen iddialardan en çok destek bulan ve kanıt içereni; UFOların NASA'nın casus uçakları olduğu iddiasıdır. Ortaya atılan ve resmi kanıtlara dayandırılan UFO hikayelerinin büyük bir çoğunun Amerika toprakları üzerinde olması gerçekten şüphe uyandırıcı bir olay, bunun yanı sıra. UFO görüldüğü iddia edilen bölgelere baktığımız zaman, bu bölgelerin ya çok büyük yeraltı zenginlikleri içerdiğini yada ülkelerin askeri araştırmalar yaptıkları bölgeler olduğunu görüyoruz. Bu konuyla ilgili şaşırtıcı olaylar bununla da kalmıyor. NASA dünyanın en gizli uzay araştırma merkezidir. Bu merkeze izinsiz bir kibrit çöpü bile sokulup çıkartılamazken, nasıl oluyor da bu denli gizli bilgiler dışarı sızabiliyor (Geçmişe baktığımız zaman atom bombası gibi büyük bir icadının İkinci Dünya Savaşı'na kadar gizli tutulabildiğini görüyoruz). Yetkililer dışarı sızan bilgileri genel olarak yalanlasalar da hep açık bir kapı, kuşku uyandırıcı bir nokta kalmasına izin veriyorlar. Aslında gündemi sıcak tutmak için ortama sürüldüğü sanılan bu resimler, olayla NASA'nın birebir ilgili olduğunun bir kanıtlarıdır. Bu resimlerle ellerinde radarlara yakalanmayan ve inanılmaz bir hızla manevra yapabilen en az bir araç olduğunu görüyoruz. Buna bağlı olarak Geçtiğimiz yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin radara yakalanmayan uçak icadını dünyaya açıklamak zorunda kaldığını biliyoruz. Buda bize gösteriyor ki Amerikanın elinde bu teknoloji var, belki de yıllar önce vardı?
|
Yazımızın başında da değindiğimiz gibi, ister uzaydan gelmiş olsun, ister insan ürünü olsun UFOların varlığı inkar edilemez bir gerçek Ve bu gerçek büyük bir rant oluşturmuş durumda. Bir çok insan UFOlar yoluyla para kazanıp hayatını sürdürmeye çalışırken, bir çok insanda hayatını bu olayı aydınlatmaya adamış durumda. UFO hikayeleri insanlık tarihi kadar eski demiştik, görünen o ki bu yolla para kazanan insanlar sayesinde bu hikayeler sonsuza kadar yaşayacak Biz bu konu ile ilgili bulabildiğimiz en ilginç resimler eşliğinde farklı iddia ve teorileri size anlatmaya çalıştık. Bundan sonra yorum sizin.
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 12 ziyaretçi (34 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|