EĞLENCEDE SINIR YOQ |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İnsan Klonlama
Klonlama, bilim tarihinde en çok tartışılan çalışmalardan biri olmayı başardı. Bazı bilim adamları klonlamanın insanlık için büyük bir gelişme olduğunu ileri sürerken, bazıları da bu çalışmaları insanlık ayıbı olarak görüp, kesinlikle engellenmesi gerektiğini düşünüyor. Bu düşüncelere sahip klonlama karşıtlarının yaptığı çalışmalar ile başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir çok ülke sınırları içerisinde klonlama ile ilgili çalışmaların yapılmasını yasakladı. Klonlama yanlıları ise, klonlamanın kaçınılmaz bir bilimsel gerçek olduğunu ve yapılan yasakların bilimi yavaşlatmaktan başka bir şey olmadığını savunarak, her ne pahasına olursa olsun çalışmalarına devam edeceklerini açıkladılar. Bu tartışmalar tüm bilim dünyasını sardı ve bir çok bilimsel kuruluş klonlama özellikle de insan klonlama çalışmalarının ahlaki ve bilimsel bir yanlış olduğu konusunda karara vardı. Fakat insan oğlunun bitmez tükenmez merak duygusunu engellemek kolay değil. Bazı firma ve bilim adamları izinli yada izinsiz bu çalışmaları sürdürüyor.
Klonlanmış insan aslında çok yabancı olduğumuz bir terim değil. Tek yumurta ikizi olarak adlandırılan ikiz çeşitleri (duruma göre üçüz ve dördüz de olabilir) aslında birbirlerinin doğal yoldan klonlanmış halleridir. Anne rahminde bir zigot bölünmesinin ilk aşamalarında her hangi bir nedenle iki ayrı hücre oluşturursa, aynı DNA'ya sahip iki ayrı canlı dünyaya gelir ve dünyaya gelen bu iki canlı birbirinin genetik kopyasıdır yani klonlanmış halidir. Normal doğumların yaklaşık %1.3 'ünde bu olaya rastlanır. Yapay klonlama ise dünyaya gelecek canlının genetik özelliklerinin (DNA'sının) dışarıdan müdahale ile kendi türünden başka bir canlının DNA'sı ile aynı olmasının sağlanmasıdır. Daha detaylı anlatacak olursak; Normalde insanlar eşeyli üreme sonucunda dünyaya gelir. Eşeyli üremede anne ve babanın üreme hücrelerindeki DNA'lar birleşerek yeni ve kendisine has özellikler taşıyan bir DNA oluştururlar. Yani oluşan yeni birey bazı ufak benzerlikler dışında anne ve babanınkinden bağımsız bir genetik yapıya sahip olur. Klonlama sonucunda ise eşeyli üreyen canlı bir nevi eşeysiz üreme gerçekleştirmiş olur. Yani oluşacak birey sadece annenin yada sadece babanın DNA'sını taşır. Bu nedenle oluşan birey, DNA'sı kullanılan bireyle aynı genetik özelliklere sahip olur, yani yeni birey anne yada babanın kendisinden küçük bir tek yumurta ikizi olarak dünyaya gelir ve normal tek yumurta ikizlerinde olduğu gibi dış görünüşleri birebir aynıdır.
Klonlama için en çok kullanılan yönteme "çekirdek transferi yöntemi" adı verilir. Bu yöntemde ilk olarak bir canlıdan yumurta hücresi alınır ve çekirdeği çıkartılır, daha sonra ise yine aynı canlıdan yada aynı türdeki başka bir canlıdan alınan her hangi bir vücut hücresinin çekirdeği laboratuar ortamında bu yumurta hücresine nakledilir. Naklin başarılı olması durumunda oluşan bu yeni hücreye hafif bir elektrik şoku uygulanarak bölünmeye zorlanır. Bir kez bölünen hücre bölünmeye devam eder bu aşamadan sonra anne rahmine yerleştirilen embriyonun doğması beklenir. Sonuçta genetik bilgiler yani DNA çekirdekte saklandığı için doğan yeni birey, hücre çekirdeği kullanılan bireyle aynı genetik özelliklere sahip olur. Teoride basit gibi görülen bu yöntem pratikte çok büyük zorluklar çıkartmaktadır. Başarı yüzdesi çok düşük olan bu yöntem sonucunda doğan bireyde bir çok sağlık sorunu ile karşılaşılmaktadır. Klonlama için kullanılan "partenogenez" gibi diğer yöntemlerin hiçbiri ile canlı bir bireyin dünyaya gelmesi sağlanılamamıştır. Diğer yöntemlerle canlı bir birey oluşması teorik olarak ta mümkün değildir.
Klonlama sonucunda dünyaya gelen ilk canlı Ian Wilmut ve ekibinin çalışmaları sonucunda 1997'de klonlanan Dolly adlı koyundur. Bu koyunun klonlanmasında çekirdek transferi yönteminden yararlanılmıştır. Deneyde kullanılan 277 yumurta hücresinden yalnızca 29 tanesi bölünme aşamasını tamamlayabildi ve bu yumurtalar farklı koyunların rahimlerine yerleştirildi. Koyunlardan 13 tanesi gebe kaldı. Sonuçta ise bir tek başarılı doğum gerçekleşti. Dünyaya gelen bu koyuna Dolly adı verildi. İşte klonlama tartışmaları da bu noktada alevlendi. Dolly'nin doğumunu klonlamada bir milat olarak gören bazı bilim adamlarının insan klonlama çalımlarına başladıklarını açıklamaları üzerine. Klonlama karşıtları da karşı çalışmalara başlayarak klonlama çalışmaları aleyhinde ciddi yaptırımlar getirilmesini sağladılar. Tüm bu engellemelere rağmen 26 Kasım 2001'de Advanced Cell Technology (ACT) adlı firmadan ilk klonlanmış insan embriyosu haberi geldi. ACT'nin yaptığı açıklamaya göre, yapılan deneyde toplam 19 yumurta hücresi kullanıldı ve hücrelerden sadece 3 tanesi bölünme aşamasına gelebildi. Bu üç hücreden 2'si 4 , 1'i de 6 hücre oluşturduktan sonra öldü. İnsan klonlama konusunda yapılan bu ilk resmi açıklama büyük ses getirdi. Fakat bir insan embriyosundaki genler ancak 4-8 hücre oluşturduktan sonra kendisini göstermeye başlıyor. Başta ACT olmak üzere klonlama yaptığını duyuran hiç bir firmanın henüz 8 hücreden büyük bir embriyo elde edememiş olması, bazı bilim adamlarına göre insan klonlama çalışmalarının henüz başarıya ulaşılamadığını gösteriyor.
Klonlama çalışmaları yapan ve yapmaya devam eden bilim adamlarının çoğu bu çalışmaları yeni bir birey dünyaya getirmek için değil de sadece tedavi amaçlı kullanılacak kök hücreleri üretmek için sürdürdüklerini belirtiyorlar. Tedavi amaçlı klonlama çalışmalarda amaç klonlama sonucunda kök hücre elde etmek. İlk hücre bölünmesinden yaklaşık 5 gün sonra yani embriyonun yaklaşık 100 hücre oluşturacak kadar bölünmesi ile oluşan ve başkalaşarak 200 değişik vücut hücresine dönüşebilen bu hücrelere kök hücre adı verilir. Bu hücrelerin bir kısmı organları bir kısmı ise kan, saç, tırnak ve deri gibi vücut bölümlerini oluştururlar. Klonlama ile kök hücre elde etmeyi planlayan bilim adamları bu kök hücreler yardımı ile bir çok hastalığa çözüm bulunacağını ve daha iler ki dönemlerde yine bu hücreler yardımı ile organ üretimi ve nakli yapılabileceğini iddia ediyorlar. Fakat burada göz ardı edilmemesi gereken şey, kök hücre elde etmek için embriyonun öldürülmesi gerektiği gerçeğidir, bir canlının hayatını kurtarmak yada sağlık sorununu gidermek için başka bir canlının hayatına son vermenin ne kadar ahlaki olduğu tartışma konusudur.
Klonlama konusunda içine düşülen en büyük yanlış doğacak canlının klonlanan canlı ile aynı kişi olacağının sanılmasıdır. Bu cahilce ve çok büyük bir yanılgıdır. Klonlama yöntemi sonucunda dünyaya gelen canlı sadece fiziksel görünüş olarak genleri kullanılan canlıya benzer ve bu benzerlik yukarıda da anlattığımız gibi doğal bir klonlama şekli olan tek yumurta ikizliğinde görülen benzerliktir. Yani doğan yeni birey ile genleri kullanılan birey tek yumurta ikizlerinde olduğu gibi düşünce ve ruh olarak tamamen farklı kişilerdir. Bu nedenle klonlamanın yaradılış gerçeği ve kader ile ters düşen hiç bir yanı bulunmamaktadır. Fakat klonlanan canlının genlerinde gizli olan genetik hastalıklar ve diğer bazı genetik faktörler aynı şekilde doğacak yeni bireye aktarılmış olur. Bu da klonlama karşıtlarının tepki gösterdiği noktalardan biridir.
Klonlama tedavi amaçlı olarak düşünüldüğünde insanda iyi izlenimler bıraksa da işe insan ve insanın içinde taşıdığı hırslar girdiğinde çok tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Örneğin bir canlının bazı organları (kalp,ciğer gibi) hasar gördüğünde başka bir canlının organı o canlıya takılamaz, DNA'lar uyuşmadığı için organı hasar gören canlının antikor sistemi bu organı kabul etmez ve dolayısıyla bu tür vakalarda sonuç ölümdür. Fakat organı hasar gören canlının herhangi bir hücresi kullanılarak yapılan klonlama sonucunda dünyaya gelecek bebeğin DNA'sı organı zarar görmüş olan canlı ile uyum gösterir ve organ nakli gerçekleşebilir. İşte bu noktada insanın içindeki para hırsı göz önüne alındığında, ödenen para karşılığında bir çok hasta insanın klonlarının sadece organları alınmak için dünyaya getirilebileceği gerçeği ortaya çıkar. Klonlama sonucunda doğan ve organı alınan canlı doğal olarak ölürken, organı hasarlı olan birey parası sayesinde bir süre daha yaşayabilir. Bu tür bir olay tam bir ahlak çöküntüsüdür ve ne kadar yasa çıkarsa çıksın yada ne kadar önlem alınırsa alınsın bu olayın önüne tam olarak geçebilmek mümkün değildir. Günümüzde de bir çok böbrek kaçak yollardan satılmaktadır. Fakat hiçbir kanun yada yasa bu olayı tam olarak ortadan kaldıramamıştır. İşte klonlamanın düşünülmesi gereken ve asla göz ardı edilemeyecek bir yüzü de budur. Bu ve benzeri düşüncelerle yola çıkan bir çok bilim adamı ve bilim kuruluşu klonlama çalışmalarının kesinlikle durdurulması gerektiğini savunmaktadır. Ve yine aynı duyarlılık ile yaklaşan bir çok gelişmiş ülke sınırları içerisinde her türlü klonlama çalışmasını yasaklamıştır. Bu tartışma daha çok uzayacağa benzer, ahlaki değerleri savunan bilim adamlarının mı yoksa "klonlama kaçınılmaz bir bilimsel gerçektir" diyen bilim adamlarımı galip gelecek, bunu zaman gösterecek.
Gıda Kültürümüz
Sıhhatimizi koruyacak en önemli etkenlerden biri bilinçli ve doğru beslenmedir. Günümüz insanı günümüz çıkar kaynaklı dünya görüşünün beslenmeye el atması ve bu yüzden de gitgide patlayan hastalıklar gözününde bulundurulduğunda beslenme alışkanlıklarını tıbbi ve bilimsel anlamda tekrar analiz etmek ve davranışlannı ona göre düzenlemekle sorumlu hale gelmiştir.Bilimsel anaIizlerin dorukta olduğu günümüzde insanların gıda ve beslenmeye bakış açısı da olması gereken yere gelmeye başlamıştır. Yani artık her gıdada hangi besleyici unsurlar olduğu ve insanların yaşam tarzlarına göre bunları nasıl kullanması gerektiği tüm ayrıntılanyla açıklanmaktadır. Günümüze kadar gelen birtakım beslenme alışkanlıkları, çizelgeler, Türk, Fransız, Çin vb. mutfakları demode olarak yerini insan yaşamını en uygun şekilde ne idame ettirir sorusuna bırakmıştır. İnsanlara yaşaması için gerekli olan maddeler proteinler, vitaminler, mineraller, yağlar, karbonhidratlar ve sudur. Bu ana maddeleri bize direk olarak veren gıdalar ise meyveler, sebzeler, tahıllar, bakliyatlardır. Bu konudaki detaylı bilgileri tıp ve besIenme kitaplannı inceleyerek araştırmalıyız. Çağımızda şeker hastalığı, kanser, yüksek kolestrole bağlı felçler, enfarktüs vb. birçok hastalık şuurlu bir müminin gıda alışkanlıklarını tekrar gözden geçirmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Yazımızdan günümüz bilinçIi insanının bedenine en iyi şekilde nasıl bakacağını öncelikle neleri, nasıl yemesi gerektiğini ve piyasa şartlarına göre tutumunun ne olması gerektiğini ele alarak inceleyeceğiz.
RAFİNE VE DOĞAL GIDALAR
Dünyayı saran çağdaş yaşam tarzı, ürettiği sanayileşmiş besinlerle insan fıtratına ve doğaya da karışarak, gizli bir soykırım halinde, hastalanmadan ve uzun ömür yaşayan insanlann ömrünü kısaltıp, onlara hastalıklarla dolu muzdarip bir yaşamı, olağan bir mukadderat haline dönüştürmüştür. Çok uzun yaşayan ve hastalık bilmeyen Hunzalar (Afganistan'da yaşayan bir kavim) gibi doğal ve iklimine uyan besinler yerine, rafine gıdalar tüketen ve ileri diye nitelendirilen toplumlardaki insanlar kronik hastalıklara muzdarip olarak sıhhatsiz ve kısa bir yaşam sürmektedirler, Bu bağlamda öncelikle rafine gıdaların neler olduklarını ve yerini neyin alacağını bilmek zorundayız.
Beyaz undan yapılan her gıda (börek, simit, makarna, beyaz ekmek, kek, pide, galeta, lahmacun, poğaça vs.):
Çözüm: Buğday insan vücuduna en uygun ve en zengin gıdadır, Fakat önce kepek ve tohumundan ayrılarak önemli miktardaki vitamin ve minerallerini yitiren buğday, sindirim sistemini yoran ve tıbben peklik, kalın bağırsakta divertikül oluşumu, apandisit, bağırsak, kalın bağırsak kanseri, safrataşı, yüksek kolesterol vb. birçok hastalığa direkman veya dolaylı olarak neden olan bir madde halini almıştır. Bilimsel araştırmaların son asırda ortaya çıkardığı bu gerçeği bizler Sağlık Bakanlığı ,fırıncı odaları gibi yetkili mercilere, ekmek ve makarna fabrikalarına bildirmeliyiz. Onlar da buğdayı kepek ve tohumundan ayırmadan (böylelikle E vitamini, fosfor, manganez, sodyum vb. birçok değerli maddeyi hayvan yemi olarak israf etmeyerek) elektrikIi taş değirmenlerde öğütmeli ve ekmeği bu undan yapmalı, böylelikle en temel gıda maddemizi doğamıza en uygun şekliyle, bilimsel gerçeklerin doğrultusunda tüketmeliyiz. Şu andaki şartlarda ise buğdayı en iyi tüketim yolu, köylülülerin yaptığı pazarlarda satılan kepekli ekmeği almak, evde hazır satılan kepekIi unla saç ekmeği yapmak, bulgur pilavı yemek ya da yemlik kepekli buğdayı haşlayıp veya iki gün ıslatıp yumuşatarak (günde 2-3 tabak ekmek yerine yemektir. (Fırınlarda kepekli diye satılan kabarmış ekmekler makbül değildir, çünkü tam kepekli ekmek fazla kabarmaz.)
Beyaz Pirinç: Son derece faydalı bir gıda olan pirincin şimdi bu çağdaş yaşam tarzı ile ne hale geldiğine bakalım. Kepeğinden ayrılan ve talkla cilalanıp parlatılan beyaz pirinç ağız tadına hitap eder. Fakat vitaminlerinin tümünü, madensel tuzlarının % 60'ını ve lipitlerinin % 80'ini kaybederek vücudu yoran peklik ve birçok diğer hastalığa sebep olan bir madde haline dönüşür. Pirinçten başka birşey yiyemeyen uzakdoğu ülkelerinde kepeğin alınması "beriberi" denen ciddi bir hastalığa yol açmıştır. Ülkemiz gıda bakımından zengin olduğu için insanlar bu hastalığa neden olan B-1 vitamini eksikliğini diğer gıdalardan gidermektedir. Fakat yine de bir besinden doğal ve tam vitaminleriyle faydalanmak varken. niye yanlış kullanarak emanet olarask veıilen vücudumuzu yoralım?
Çözüm: Birtakım doğal gıda üreten şirketler, eczahaneler ve aktarlarda artık doğal kepekli pirinç satışına başlanmıştır· Bunları sorarak bulmalı ve satın almalıyız. Yapılacak bir diğer iş, çeltik (pirinci dış kabuğundan ayırma) fabrikalarından toptan satın almaktır. Fakat en iyisi yine yetkilileri, sağlık ile ilgili kuruluşlan, medyayı uvararak kepekli doğal pirincin yaygın kullanılmasını sağlamaya çalışmalıyız.
Konserveler, Turşular: Besleyici nitelikleri çok düşüktür ve vücudu yorar. Yapılacak en iyi iş her meyve. ve sebzeyi taze bir şekilde mevsiminde tüketmektir. İlmi araştırmaların ortaya çıkardığı gerçek; her mevsimde değişik meyve ve sebzelerin insanların mevsimdeki bünyesel ihtiyaçlarına göre sunulduğudur. Bunlara ilaveten bir gayret de seracılık ya da dondurma yöntemiyle dört mevsim meyvesini dört mevsimde de pazara getirmeyi hedeflemektir. Unutmamalıyız ki iyi beslenmek para ile değil ancak bilinçle olur. Her mevsimin en faydalı meyve ve sebzesi hem çok hem de ucuz olanıdır. Yani yazın kanımızı sulandırarak vücudun su kaybını telafi eden karpuzu kışın yemek ne kadar mantıksızsa kışında yüksek C vitamini ve karbonhidratı ile bizi soğuğa karşı koruyan portakal ve muzu yazın yemek vücudumuzu şaşırtmaktan başka birşey olmaz.
Her türlü gazoz, renkli, kolalı içecek, çay, kahve, sigara, meyve suyu: Ağız tadına (nefse) hitap ederek para kazanılmanın hedeflendiği tuzaklardan biri de gazoz, kolalı ve renkli meşrubatlar gibi, hiçbir vitamin, mineral vb. besleyici değeri olmayan, mideyi boşuna yoran, asitlendiren, kimyasal maddeler ve boyalar içererek çeşitli hastalıklara yolaçan içeceklerdir. Su. maden suyu, şifalı bitki içecekleri, meyveler. vücudun su ihtiyacını gideren en doğal kaynaklardır. Doğal bile olsa meyveleri suyunu sıkarak değil posasıyla yemek sindirim sistemimiz acısından en fıtri ve uygun yoldur. Bunlara ilaveten çay, kahve, kakao, sigara gibi uyarıcı, vücutta toksin birikimine yolaçan, öncelikle vücudu geçici olarak canlandırıp sonra çökerten ve bağımlılığa yolaçan bu maddelerin dopingvari tahribatlarından sakınmamız gerekir. Suudi Arabistan müftülüğünce bu yıl, ABD kanunlarınca geçen yıl; sigara, içki vb. muameleye tabi tutularak uyuşturucular kategorisine dahil edilmiştir. Hem bilimsel yönüyle çok büyük ve sayısız hastalıklara yolaçan bir illet olarak, hem birey ve toplum bütçesini zarara sokan bir israf aracı olarak hem de diğer insanları rahatsız edici bir unsur olarak sigara, bilinçli bir insanın elini süreceği bir nesne değildir.
Sirke, salça, kavrulmuş yemişler, hazır çorba ve pudingler: Piyasada satılan, kar amacıyla suni şekillerde ve kimyasal maddeler eklenerek yapılanlar yerine evde yapılan .ve içinde ne olduğunu gördüğümüz salça ve sirkeyi tercih etmeliyiz. Maalesef gerek kanunlar, gerekse denetim ve cezaların yetersizliği ülkemizi kapitalizmin dünya üzerindeki en fırsatçı ve vahşice uygulandığı yerlerinden biri haline getirmiştir. Bu yüzden hazır çorba, puding vb. gıdaları alırken ambalajına veya reklamlara kanmamalı evde domates, mercimek, tarhana gibi doğal çorbaları, hazır tatlılar yerine meyveleri tercih etmeliyiz. Burada bahsedilen bir diğer husus da kavrulmuş yemişlerdir. Fındık. fıstık, ayçekirdeği gibi gıdaları mevsiminde ve taze iken yemeliyiz. Bu gıdalar uzun süre dayanması için kavrulurken tüm besin değerini yitirirler ve özellikle proteinler yüksek ısıda yağa dönüşerek özellikle karaciğeri yorucu bir hale gelirler. Zaten bunlardan biraz fazla yedikmi vücudun kaşınmaya başlamasının sebebi de budur. Yapılan deneylerde konserve, salça, sirke gibi maddeler vücuda girdiğinde vücut adeta bir saldırıya uğrayacakmış gibi akyuvarların artışına sebep olduğu gözlemlenmiş; sebze, meyve ve su alırken böyle bir olaya rastlanmamıştır.
Beyaz şeker ve türevleri: Pancardan elde edilen ham şekeri toz,küp gibi şekillere getirmek ve rengini açıp tadını artırmak çeşitIi kimyasal işlemlerle olur. Dolayısıyla beyaz şeker ve bundan yapılan dondurma, lokum, reçel, kek, pasta, marmelat, çikolota vb. gıdalar şekerin çabuk ekşiyen maddeler olup sindirimle ilgili tüm organları olumsuz etkilemesi. kalsiyum hırsızlığı dolayısıyla dişleri çürütmesi ve kemiklerin kirecini kemirmesi, bedendeki B-1 vitaminini yok etmesi, bilinen ve bilinmeyen birçok kronik hastalığa yolaçması nedeniyle vitamin ve minerali olmayan sadece kalori ihtiva eden "ölü besinlerdir" ve terketmek gereklidir. Piyasada satılan ve taş kömür katranından elde edilen yapay tatlandırıcılar ise böbrekleri zehirleyen kimyasal maddelerdir. İnsan fıtratına en uygun şekerler ise tahıllar, bakliyatlar. yağlı bitkiler, sebze ve meyvelerde bulunan karbonhidrat, glikoz, früktoz, süt ürünlerindeki laktoz gibi şekere dönüşebilen ve vücudun enerji ihtiyacını karşılayan doğal şekerlerdir.
Beyaz Tuz: Tuz beyazlaşıp toz hale gelene kadar birtakım kimyasal işlemler görür. Aşırı miktarda alınan tuz ise hücrelerin suyu atmasına engel olarak toksik artıkların çıkarılmamasına, migren, basur gibi hastalık ve arızalara zemin hazırlar. Tamamen tuzsuz beslenme ise bedendeki sıvı dengesizliğine ve genel bir cansızlığa neden olacağı için en iyisi; doğal ve insan kanındaki tuzun kimyasal bileşimine çok benzeyen deniz ya da kaya tuzu diye satılan tuzu kullanmaktır. Bu tuzu doğal gıda satan dükkanlarda arayarak buImak mümkündür.
Tereyağ, margarin ve rafine sıvı yağlar: Bilimsel araştırmalarca az miktarda alınan yağ, vücudun günlük ihtiyacını karşılamaktadır. Bakliyatlar, tahıllar, zeytin, fındık, fıstık gibi yağlı gıdalar yağı doğal bünyelerinde barındırırlar. O halde çeşitli kimyasal işlemlerle preslenen, rengi ve kokusu giderilen ve piyasaya sürülen rafine yağlar, margarinler ve özellikle kolestrol ihtiva eden tereyağ gibi hayvani yağları ağzımıza sürmekten kaçınmalıyız. Bunun yerine doğal, üzerinde "sızma" yazılı yağları almak daha yerindedir. Doğal zeytinyağı için"zeytinyağı içiniz ve yağlanınız zira o mübarek ağaçtandır “hadisini hepimiz biliriz.
Bakliyatlar (Kuru sebzeler): Genel sağlık açısından, sebze yemeklerini tercih ederek bakliyatları haftada 3-4 öğünden fazla yememek yerinde olur. Birçok ulusun içgüdüsel olarak uyguladıkları kuru fasülye-bulgur pilavı, barbunya-pirinç, soya-pirinç gibi ikili besin alımları hem vücuda giren protein oranındaki artışa sebep olduğu, hem de birbirlerindeki eksik amino asitleri tamamladıkları için bu şekilde yenmesi tavsiye edilir.
PROTEİNLER
İnsanlar için geçerli yapıtaşlarından biri proteinlerdir. Proteinler amino asitlerden oluşur. Bilimsel verilere göre insan vücudu için 22 adet amino asit gereklidir ve bunun 14'ünü kendi yapan vücut 8'ini dışardan almak zorundadır. Son bilimsel araştırmalar bu 8 gerekli amino asidi hem zengin bir şekilde içeren hem de vücudun yararlanmasının yüksek olduğu hayvani ürünler ve soya gibi gıdalara 1. sınıf veya iyi kaliteli, bakliyat ve tahıllar gibi düşük oranda protein içeren ve vücudun yararlanmasının düşük olduğu protein1eri 2. sınıf ya da düşük kaliteli proteinler diye tasnif etmiştir. Son W.H.O. (Dünya SağIık Teşkilatı) verilerince bir insanın günlük 1. sınıf protein ihtiyacının kilosu kadar gram (KG/G) olduğu saptanmıştır. Yani 50 kg.'lik bir insanın günde 50 gr. 1. sınıf protein alması gerekmektedir. Bir örnek olarak sığır etinde % 17 I. sınıf protein vardır o zaman 50 kg'lik bir insanın günde 300 gr. sığır eti tüketmesi gerekmektedir. Bu noktada ise hızla çoğalan dünya nüfusunun protein açığının gitgide artmakta olduğu görünüyor. Kapitalist tarzı et üretimini artırıcı kimyasal yemler ve hormonların kullanımı ise eti kanserojen bir madde haline dönüştürerek acaba ete alternatif ne olabilir sorusunu akla getirmektedir. Keza bu sene dünyadaki kasaplık hayvan sıkıntısıyla kendisi de darboğaza düşen Türkiye et ithal ederken yaşlı, hastalıklı hayvanlann, bozuk kansorejen ve kalitesiz etlerin alımı ile yüzyüze gelmiştir.
Şimdi ise çok özel bir alternatifle karşı karşıyayız.Nüfusun çok yoğun olduğu Asya ülkelerinde 5.000 yıldır et yerine "Soya fasülyesi" kutsal bir bitki olarak kullanılmakta ve yabancılardan bir sır olarak saklanmaktaydı. Fakat özellikle 2. Dünya Savaşından sonra ekonomisi zayıf düşen ABD bir anda soyanın farkına vardı ve korkunç bir üretim patlamasıyla dünya birinciliğini ele geçirdi. İşte bilimsel analizler sonucu etin iki misli protein yapısına sahip ve ete kıyasla 20 misli ucuza gelen ve Asya ülkeleri gibi kalabalık kavimlerin şimdiyue kadar kullandığı bu "bitkisel altın" artık artan dünya nüfusunun protein ihtiyacını, içinde bulunduğumuz zamanda, etin yerini alarak karşılamaya aday gözükmektedir. Yeri gelmişken bu bitkinin hiç ya da çok az gübre istediğini, böcek ve zararlılara karşı çok dirençli olduğunu, ekiminin, hasatının çok kolay yapılabildiğini bu bitkiden batıda et, süt ürünleri taklitleri yapıldığını, kolesterol içermediği için çok sağlıklı olduğunu. sanayide 300 değişik yerde kullanıldığını ve ülkemizi şu zor ekonomik şartlardan kurtaracak belki de en önemli ekonomik ilaç olduğunu söylemek gerekmektedir. Dünyada soya üretimi patlaması yaşanırken (1981'de dünya üretimi 50 milyon ton iken 1994'te 136 milyon tona nerdeyse 3 misline çıktı) Türkiye'de ise 1980'lerde 110.000 ton olan soya üretimi 3 misli gerileyerek 1995'te 32.000 tona düşmüştür. Devletin biran önce bu duruma el koyması gerekmektedir. Bu konuda ülkemizi senelik en az 100 milyar dolar kâra taşıyacak projeler mümkündür.
Günümüzde ise tıbbi kaynaklar hayvani gıdalardaki kolesterol, üre, asitürik gibi toksik maddeler ve kepek ve lif içermeyişleri açısından protein ihtiyacımızı özellikle az yağlı süt ürünleri ya da bitkisel kaynaklardan almamız gerektiğini söylemektedirler. "Ümmetimin en hayırlısı ömrü uzun, ameli salih olanıdır" hadisi uyarınca, 60 yıl yaşayan Zaro Ağa’nın (1774-1934) ömrü boyunca en çok bulgur ve yoğurt yediğini unutmayalım.
BİLİNÇLİ BESLENME VE HASTALIKLAR
Çağımız tıp anlayışının önde gelen prensiplerinden biri koruyucu hekimliktir. Yani insanlar hasta olup da deva arayana kadar tedbirlerini önceden alarak hasta olmamaya bakmalıdırlar. Bu ise dosyamızda e1e alınan kurallar doğrultusunda insan fıtratına uygun doğal gıdalar, ölçülü yeme, spor, oruç gibi dince ve ilimce belirtilmiş yöntemlerle sindirim sistemini yormamak ve vücutta toksin biriktirmemek ile olur. Bilinçli bir beslenme biçimi bizi şeker hastalığı, kanser, damar sertliği, felç gibi günümüzde sorun olan birçok kronik hastalıktan koruyucu rolüyle uzak tutacaktır. Televizyon karşısında oturup abur cubur atıştırma ya da fast-food dükkanlarındaki bilinçsiz beslenmeyi insanlara empoze eden ve bunu dünyadaki tüm ülkelerle birlikte bizim ülkemizde de alışkanlık haline getiren kapitalist Amerikan yaşam tarzını herhalde her konuda olduğu gibi sağlıkta da bizi koruyan bilimsel prensiplerle kıyaslamaya imkan yoktur. Ölçülü beslenerek sinir sisteminin zayıflamasını engelleme, bağırsakların aşırı yüklenmesi, gastrik mukozanın sinir uçlarını uyararak tüm sindirim aygıtının çökmesini engelleme ise bilimin sıkca vurguladığı bir gerçektir.
Ülkemizde ise bazı zümrelerin övünerek söylediği Türk mutfağı ya da yeni yeni bir moda halinde ortaya çıkan Çin, Fransız vb. mutfaklarını da yeri gelmişken ele alaIım ve doğa mutfağı karşısındaki durumuna göz atalım .Çeşitli çeşitli gıdaları birbirine karıştıran türlü şekillerde pişirip ısıtan ve estetik kazandırmaya çalışılan Çin, Fransız vb. mutfakları en başta tıbben sakınılacak beslenme biçimleridir. Diyetisyenlerce önerilen besinlerin kullanımındaki en sağlıklı tarz; doğallık, tazelik, sadelik ve mümkün olduğunca az işlemdir.
Ayrıyeten ilim peşinde koşmak her çağdaş insanın vazifesi olduğu için tıbbi kitapları da araştırmak zorunluluğumuz vardır. Özetle şöyle bir menünün ideal bir menü olduğunu bilimsel olarak ortaya koyabiliriz:
SABAH: 2-3 dilim kepek ekmek + 100-150 gr. az yağlı peynir + 5-6 zeytin + bir meyve ya da salata.
ÖGLE/AKŞAM: 2-3 dilim kepek ekmek (veya bir tabak bulgur, pirinç pilavı) + tabak az yağlı yoğurt+ sebze yemekleri (sebzenin yerini haftada 3-4 öğün bakliyat alabilir.)
Bu beslenmeyi insanlar kilolarına, cinsiyetlerine, günlük enerji harcamalarına göre çizelgelerden faydalanarak az ya da çok olmak üzere ayarlayabilirler. Böyle bir beslenme bizi ayrıca birçok hastalıktan da koruyacaktır. Tıbbın ünlü ismi Hipokrat; "aldığın besin ilacın olsun, aldığın ilaç da besinin olsun" demiştir. Bünyemize uygun doğal gıdalar, sağlıklı ve uzun bir ömür sürmemizi sağlayacaktır. Muayyen zamanlarda oruç tutarak) sindirim sistemini dinlendirmek, arada bir vücuttaki artık maddeleri dışarı atıcı şerbet içme (sinameke), şişmanlıktan kaçınma, tok olarak yatma, yediğini eritme, yemekleri iyi çiğneme ise bilimsel olarak bildirilen diğer beslenme ve sağlık kurallarıdır
Şişmanlığa Çözümler
Çağımız toplumlarının yaşam şartları içinde önemli bir sorun haline gelen şişmanlıktan birçok insan yakınmaktadır. İdeal yaşama tarzı, bilimsel beslenme biçimi ve, spor i1e birleşince, masrafsız, akla ve mantığa uygun, külfetsiz, basit ve fıtri olduğu için bizi yormayan bir yöntemin karşımıza çıktığını göreceğiz. Tabii burada e1e alacağımız, hormonal, bezelere bağlı, fizyolojik bir hastalıktan ötürü değil, sadece çok ve yanlış beslenmeye karşılık az hareketin oluşturduğu yağ dokusu fazlalığının giderilmesidir. "İyiliklerin başı açlıktır. Kötülüklerin başı tokluktur.” Prensibi faydaları bugün bilimce de ispatlanmış gerçeklerdir. Buradaki en önemli husus "Gevşemeyin, üzülmeyin,
inanmışsanız mutlaka en üstünsünüzdür." Düsturu doğrultusunda başarının ve müspet bir sonuç elde etmenin birinci şartının, işin başarılacağına olan inanç olduğunu aklımızda tutmaktır. O halde ilk yapılacak hareket önce aşağıdaki cetvele göre konumumuzu saptamak ve sonra da fiiliyata geçmektir. Bu cetveldeki kiloların 7 kg üstü maksimum sınırdır ve fazlası şişmanlık sayılır.
ERKEK
B o y I-60 1-65 I-70 1-75 1-80
Yaş
15 52-2 55-3 58-9 62-6 68-9
20 56-7 59-9 63-5 67-1 73-2
30 61-7 63-5 67-I 70-7 75-5
40 63-9 65-8 69-4 73-9 78-9
KADIN
Boy 1-52 I-55 1-60 1-65 1-70
Yaş
15 45-8 46-7 48-1 49-4 52-2
20 48-1 48-9 50-8 52-6 55-3
3Q 50-8 51-7 53-5 55-3 57-6 40 53-9 54-9 56-7 58-5 61-2
Normal kiloyu gösteren bir diğer formül de şudur:
Boy x Göğüs genişliği = Ağırlık 240
Bunun % 15 fazlalıktan sonrası şişmanlık sayılır. Bu izahattan sonra ana hedef öncelikle normal kilomuza düşmek daha sonra onu korumaktır. Bazı insanlar çok yer ve kilo almaz, bazıları ise aynı hareketi yaptığı halde az yeseler de kilo alırlar. Aynı şekilde bazı kimseler sıkı bir rejim yapıp kilo verdikten sonra biraz gevşetince tekrar ilk başladıkları yere dönerler. Buradaki ipucu alınan gıdaların niceliğinde değil niteliğindedir. Çağımızın beslenme anlayışı, insan bünyesine uygun doğal gıdaları bir kenara iterek, yerine reklam ve ambalajla satılan hiçbir besin değeri olmayan ve vücuda zarar veren rafine diye de isimlendirdiğimiz gıdaları bize sunmaktadır. Kepek ve lif de içermeyen bu gıdaları öncelikle tanımamızda fayda vardır. Bunların başında en temel besinimiz "buğday" gelir. Bilimsel verilerce de belirtilen yol, buğdayın ve diğer tahılların ekmek ya da diğer unlu mamullerde kepeğiyle kullanılması gerekliliğidir. Aynı şekilde kepeği alınan beyaz pirinç de vücudu yoran, pekliğe yol açan ve şişmanlatan bir maddedir ve tüketilmesi gereken pirinç kepekli olanıdır. Konserveler, turşular veya renkli meşrubatlar, çay, kahve gibi uyarıcı gıdalarla kimyasal işlem gören sirke, salça, hazır çorba vb. gıdalar vücudu yorar ve şişmanlığa zemin hazırlayan gıdalardır. Bir diğer husus ise çeşitli kimyasal işlemlerle beyaz hale getirilen şekerdir. Şeker en doğal haliyle meyveler, sebzeler, tahıllar ve bakliyatlarda bulunur. Beyaz şeker ve bundan yapılan her gıda vücuda yabancı, ölü besinler olduğu için; kek, dondurma, şekerleme, lokum, reçel, çikolata, pasta vb. gıdalardan da kaçınılmalıdır. Tereyağ, margarin, sıvı yağlar da kilo aldırıcı, sindirim sistemine zarar verici gıdalardandır. Sızma, doğal yağlar en iyi alternatiftir. Zayıflama sürecınde en çok dikkat edilecek bir diğer husus da tuzdan kaçınmaktır. Unutmamak gerekir ki 1 gram tuz vücutta 120 gram su tutar. Yine de tuz kullanacaksak kimyasal işlemler görmüş beyaz tuz değil doğal tuz olmalıdır. Diyet boyunca ise protein ihtiyacımızı az yağlı süt ürünleri veya özellikle soya ve ürünleriyle karşılamalıyız. Unutmamak gerekir ki en yağsız bir biftek dahi % 40 yağ içerir.Bildiğimiz gibi şişmanlığın zararları, ömrü kısaltması, kalp ve şeker hastalıklarında yüksek ölüm riski, tansiyon yüksekliği, varis, plebit, safra ve böbrek taşı, üre yükselmesi, dolaşım yetersizliğinden dolayı romatizma gibi bir çok hastalığa sebep olmasıdır. Özellikle sağlığımız için şişmanlığı bir hastalık olarak ele almalı ve ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Şişmanlığın çözümü özetle bir elmanın iki yarısını oluşturan iki ana unsurdan ibarettir:
58 59
1) Şimdiye kadar gördüğümüz fıtratımıza uygun doğal gıdaları seçmek,
2) Hareketi artırmak (kilo vermek için).
Beslenme biçimi zayıflama öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılabilir. Aşağıda minimum dozda ve sadece zayıflama sürecinde uygulanacak menü sunulmuştur. Bu miktara zamanla ve yavaş yavaş düşülmesi önemlidir:
SABAH (7.00-9.00) = 2 dilim kepek ekmek (veya 1 avuç haşlanmış buğday)1 parmak kalınlığında yağsız beyaz peynir+3 zeytin
(10.00-11.00) = 1-2 bardak şekersiz ıhlamur veya herhangi bir bitkise1 çay.
ÖĞLE / AKŞAM: I tabak bulgur veya kepekli pirinç veya 2 dilim kepekli ekmek + 200 gr. yağsız yoğurt veya I00 gr. soya fasulyesi + 1 tabak sebze yemeği + meyve ya da salata.
Akşam yemekleri, yatmadan en az 1 saat önce yenmeli, yedikten sonra ev içinde iki-üç yüz adım atmalı ve hareket vasıtasıyla yemekler eritilmelidir. Bütün gerekli vitamin + mineral + karbonhidrat + yağ ve suyu içeren bu diyet tüm zayıflama sürecinde uygulanarak, vücudumuzu ve sinirlerimizi yıpratmadan ideal kilomuza bizi ulaştıracakır. Meyve ve salatalarımızdaki tercihi şu listeye göre yapabiliriz. İdrar söktürücü ve kilo aldırmayıcı gıdalar: salatalık, hindiba, armut, kiraz, şeftali, limon, üzüm, kuşkonmaz, patlıcan, soğan, maydonoz, şalgam. Kilo aldırıcı ve iştah açıcı gıdalar: domates, havuç, elma, süt, mısır, pancar, marul, kabak, kuru yemişler.Kilo verirken ve gıdayı azaltırken vücut ve mide asitlenir. Bu yüzden yemek aralarında acıkma olursa mide asidini bastırmak için limonlu su veya soda içebiliriz, Limonun tadı asit kendi alkalidir ve mide asidini bertaraf eder. Zayıflama sürecinde gıdalar (3-4 dakika) içinde kana karışan bal sizi çok çabuk zindeleştirir.
2) Hareketi artırma: Günümüz yaşam biçimi bize TV karşısında atıştırmayı önererek,. gıda tüketimini insan yaşamını idame ettirmek için değil, nefsi tatmin edip, mideyi doldurarak yormak olduğunu empoze ederken, gerek zihinsel gerekse bedensel hareketten kaçınmayı emretmektedir. Bunun sonucu da dünyanın en şişman kişilerinin A.B.D. A1manya vb. ileri diye adlandırılan ülkelerde bulunmasıdır. Oysa kilo vermenin tek yolu hareketten geçer. Ülke koşullarında en pratik spor yürümektir. Sabah ve akşam gibi güneşin az olduğu ve rahatsız etmeyeceği zamanlar tercih edilmelidir. Aşağıda ne kadar yürüyüş veya koşuyla ne kadar zamanda kilo vereceğinizi görebilirsiniz:
3 saat yürüyüş: 16 km: 500 gram
1,5 saat koşu: 16 km: 1,300 gram
Bu liste herkes için geçerli denenmiş bir uygulamadır. Bu kondisyona 2 hafta içinde girilebilir. Öncelikle 1-1,5 saatle başlanıp {haftada 3-4 gün), sonra tercihen arttırılarak bu kondisyon sağlanır. Belli bir mesafe saptandıktan sonra (10-15 durak arası) bu mesafe dinlenerek yürünse de sonuçta 500 gram verilir. Yürüyüşler sonrası (I-2 ay sonra) insan koşuya da geçebilir. Unutmamak lazımdır ki fiziksel yorgunluk bir gün dinlenmeyle hemen geçer ve vücut kendini toparlar, bu yüzden hareketten kaçınmamalı fakat ölçülü olmak lazımdır. Aşağıda vasati bir program sunulmuştur. İsteyen arzusuna göre zamanları ayarlayabilir.
İlk ay toplam verilen kilo için
1. Hafta : 4 gün x 1 saat yürüyüş =600 gr.
2. hafta : 4 gün x 1,5 saat yürüyüş=1300 gr.
3. hafta : 4 gün x 2 saat yürüyüş=1700 gr.
4. hafta : 4 gün x 2,5 saat yürüyüş=1900 gr.
İlk ay toplam verilen kilo ortalama = 5500 gr.
İkinci ay ve müteakip aylar : 1. hafta =4 gün x 3 saat =
T.V.K. 2000 gr.
Aylık verilen kilo = 8 kg
Bu tempo sonrası isterseniz koşuya yada mesafeyi uzatmaya geçebilirsiniz. Bu hareket çizelgesi ve dengeli beslenme iIe istediğiniz kadar kilo verebilirsiniz.
Yürüyüşler esnasında naylon yada terletici birşey giyilmemelidir, çünkü amaç yağ kaybetmektir ki bu ancak enerji harcayarak olur. Diğeri su kaybı olur ki vücut o suyu hemen geri alır ve yorulduğu yanına kalır. Zaten kilo vermenin vereceği zindelik ve hafiflik sizi her geçen gün daha rahatlatacaktır. Kilo istenilen düzeye getirildiği an beslenme normal düzeye getirilse de yani biraz artırılsa da normal günlük hareketler kilo almaya fırsat verdirmez veya çok az bir kilo alınabilir ama asla aşırı olmaz. Bu kilo artışı da günlük jimmastikle telafi edilebilir. Açlık hissini gideren haplar, müshiller, hormon tedavileri, zayıflatıcı diye satılan ve içinde ne olduğunu bilmediğimiz gıdaIar, saunalar, ameliyatlar hep ikinci derecede ve palyatif çözümler olarak bizleri yorar, gördüğümüz gibi en akılcı yo1 vücuda istediğini vererek zinde, sağlıklı ve hafif olmaktır.
Uzun Ömrün Sırları
Tüm çağdaş ve bilimsel olanaklara sahip olan günümüz insanı muammer (uzun ömürlü) ve hayırlı bir insan olması gerektiğinin farkına varmalıdır. Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmemiz gerektiğini öğütleyen günümüz tıbbı koruyııcu hekimliği ön plana almıştır. Bu bağlamda uzun ömürlü olmak için öncelikle ömrü kısaltıcı etkenlerden kaçınmak gerekmektedir. Yaşlanmak ve ölüm kısaca, sürekli ölen hücrelerin yerine zaman içinde yenilerinin yapılmasındaki azalma olarak tanımlanmaktadır. Bu yüzden önce saçların ağarması ve dökülmesi, cildin buruşması, görme ve işitme bozuklukları, direncin azalması, genel güç düşüklüğünü bu sürecin kademeleri olarak görmekteyiz. "İnsan doğduğu andan itibaren ölmektedir." tıbbi saptaması buna işaret ederken yaşam sürecini uzatmak öncelikle hücre yenilenmesini azaltıcı etmenlerden kaçınmakla gerçekleşecektir. Hz. Nuh'un 950 sene, Hz. Davud'un 350 sene yaşadığı son zamanlarda ise Zaro Ağa'nın 166 sene yaşadığı elimizdeki kaynaklarda mevcuttur. Hücre yenilenmesiyle ilişkili ilk faktör vücudun dışardan aldığı ve hücre yapımını gerçekleştiren gıdaların niceliği ve niteliğinden geçer. İnsanlann günde hangi gıdaları ne kadar almaları çağdaş tıbbi araştırmalarla belirlenmiştir. Bireyler bu kaynakları ilk referans olarak ellerinde bulundurmalıdırlar. Ömeğin 70 kg.'lık bir insanın günlük protein ihtiyacı 56 g, A vitamini ihtiyacı 1000 (RE), D vitamini ihtiyacı 5 mg. gibi. Günlük hayatta bu niceliğin yansımasına geçmeden gıdaların niteliğinden de bahsetmek gerekecektir. Uzun ömür için vücutta toksin birikimine yol açan çay, sigara, kahve, kolalı içecekler, gazozlar v.b. kimyasal maddeler içeren gıdaları bırakmak gerekmektedir. Isırgan, kiraz çöpü, papatya, nane, kekik gibi vücuttan toksin çıkartıcı ekiye sahip olduğu bilinen bitkilerle yapılan çaylar, doğal maden suları bu içeceklerin yerini alacaktır. Su teresi, sarımsak, kara helile, karanfıl, tarçın, elma, bal, çilek, karabiber, çörek otu, defne, limon maydanoz, yulaf, pirinç, zahter gibi gıdalar ise antitoksik olarak sınıflandırılan diğer gıdalar olduğu için beslenmemizde tercih sebebi olacaktır. Konserve, turşu, fabrika yapımı salça, hazır çorba, puding gibi suni gıdalar yerine, her mevsimin kendi sebze ve meyvesini yiyeceğiz. Kışın kereviz, şalgam, havuç, lahana gibi mineral taşıyan sebzeleri yazın, şeftali, kiraz karpuz gibi kanı sulandırıcı meyvelerin, ilkbaharda vücudu canlandırıcı ve uyandırıcı yeşilliklerin ve sonbaharda kestane, nar, ayva gibi kalbi güçlendirici gıdaların varlığı hep mevsimsel talepler doğrultusunda halk edilmiştir ve bizim de bu dengeyi değiştirmemiz kendi zararımıza olur. Buğday, pirinç gibi tahıllar ise hadislerce ve tıbben de belirtildiği gibi kepekleriyle yenilecektir. Maalesef hem ekmek olarak yediğimiz kepeği ve tohumundan ayrılmış, her türlü maya, emülgatör, tat geliştirici, koruyucu vb. kimyasal maddelerle doldurulmuş beyaz ekmek, ömrümüzün en büyük törpüsüdür. Kepeğinden ayrılan beyaz pirinç vitaminlerinin tümünü, minerallerinin %60'ını, lipitlerinin %80'ini kaybetmiş peklik yapıcı bir gıdadır. Tam buğdayın öğütülerek katkı maddesiz yapılacağı ekmeği aramak ve üreticileri sürekli uyararak fıtri ihtiyacımız olan doğal ekmeğin üretilmesine çalışmalıyız. Tabii ki börek, simit, makarna, kek, pide, lahmacun, galete vb. ağız tadına yönelik ve vücudu tahrip edici gıdalardan da kesinlikle kaçınmalıyız. Yine tıbbi çevrelerce de yasaklanan beyaz şeker ve dondurma, reçel, lokum, pasta, çikolata vb. türevleri uzun bir ömür için terkedilmelidir. Son 50 yıl içinde üretilen ve yaygınlaşan beyaz şekerin sayılamayacak kadar çok hastalığı da beraberinde getirdiğini unutmamalıyız. Şeker zaten karbonhidrat olarak tüm tahıllarda, glükoz olarak bakliyatlarda früktöz olarak meyvelerde mevcuttur. Kimyasal işlemlerle beyazlatılan ve granüle edilen tuz ise, insan kanındaki tuza en yakın tuz olan esmer doğal kaya ve deniz tuzlarına yerini bırakmalıdır. Tereyağ, margarin, rafıne sıvı yağlar yerine halis sızma zeytinyağı veya arada bir yenilecek fındık, fıstık, ceviz, susam gibi doğal yağlar tüketilmelidir. Bu konuda en genel yaklaşım özetle çekici ambalajlar içinde, ne olduğunu bilmediğimiz gıdaların evvelemirde terk edilmesidir. Nicelik konusuna gelince "İnsanlar mezarını dişleriyle kazarlar.”deyişi ve "İnsanın doldurduğu en zararlı kap midesidir." Yaklaşımı doğrultusunda aşağıdaki gibi bir menü insanın gıda ihtiyacını mükemmel en karşılayacaktır
Sabah: 2-3 dilim halis buğday ekmeği + 100-150 gr. yağlı peynir + 5-6 zeytin + bir meyve veya salata.
Öğle/Akşam: 2-3 dilim halis ekmek veya bir tabak bulgur veya kepekli pirinç + 1 tabak az yağlı yoğurt +sebze yemekleri (sebze yerini haftada 3-4 gün bakliyata bırakabilir)
Kişiler yaşlanna, kilolarına, cinsiyetlerine ve günlük enerji harcamalanna göre çizelgeler vasıtasıyIa saptadıkları gıda ihtiyaçları doğrultusunda bu menüde azalma veya artıma yapacaklardır. Tavsiyeye şayan bir diğer olay da artık giderek yaygınlaşan kolesterolsüz ve lifli soya yoğurdu, peyniri, sütü gibi hayvansal orijinalleriyle tadı ve görüntüsü aynı olan fakat vücudu yormayan soya ürünleridir. Zaro Ağa'nm (1770-1936) otopsi raporunu incelediğimiz zaman süt ürünlerinin sebep olduğu bir takım rahatsızlıklara rastlıyoruz. 166 yıl yaşayan bu zatı geçmek için uzun ömür rekoruna sahip Japonlar gibi biz de bu gıdaları süt ürünlerine tercih etmeliyiz. Nicelik ve nitelik konularına değindikten sonra önce uzun ömürlü insanların ortak davranış biçimlerini ve bu konudaki geriatrik ve gerontalojik konuları inceleyeceğiz. Ömrü uzatmada en büyük etkenin hücre yapımı engelleyici ve toksin bırakıcı etkenlerden kaçınmak olduğunu önce de belirtrniştik. Bu bağlamda oruç vücut aç olduğu zaman önce gereksiz toksin ve yağları yaktığı için en önde gelen faktördür ve Avrupa'nın diğer ülkelerinde birçok kliniğin sadece oruçla insanları tedavi ettikleri malumdur. Alman doktor Otto Buckinger (1881- 1970) "Oruçlunun hissettiği açlık tedavi safhasının ta kendisidir " demiştir. Hz. Nuh'un tüm sene boyunca, Hz. Davud'un günaşırı, ömrü uzun Bulgar köylüleri ve Hunzalar'ın ise senenin üçte birini oruçla geçirdiklerini bilmekteyiz. Orucun önemli bir diğer özelliği de en önemli organımız olan vücudumuzun labaratuarı karaciğerimize 15-20 saatlik dinlenme zarfında kendini tamir ederek yenilenme şansını vermesidir. Oruç sonrası önceden belirtilen günlük gıda ihtiyacımız dengeli bir şekilde alınacaktır . Bilisel veriler doğrultusunda önce yenecek meyve, salata ve sebze midede 15-20 dakika gibi çok az bir süre kaldıklan ve bağırsaklarda. Gıdaların nasıl yeneceği hususu ise vücudun iyi çalışmasını sağlayacaktır " sindirildiği için ardından yenilecek ve sindirimi midede gerçekleşen proteinli gıdalarla karışmayacak böylelikle mayalanma, ekşime ve gaz gibi rahatsızlıklann önüne geçilecektir. Batı ülkelerinde herhangi bir lokantaya gittiğiniz zaman sorulmadan önünüze salata gelir.Yemekle beraber yiyeceğim diye bekletirseniz 10-15 dk. sonra gelen garson herhalde yemeyecek düşüncesiyle önünüzdeki salatayı alır. Besinlerin uyumu "Food Combination" batı tıbbının da önemle üzerinde durduğu bir konudur. Uzun ömürde önemli bir yeri olan bağırsak sağlığı ise 3 ayda bir yapılacak Tıbb-ı Nebevi'nin "meşiyy(iç yürütme)" tavsiyesi ile gerçekleşecektir. Yatarken alınacak bir avuç sinameki 8-10 saat sonra etkisini gösterecek bağırsaklarda biriken tüm kalıntı ve toksik maddelerin dışa atılımını sağlayacaktır. Bu konuda 113 yı1 yaşayan A.B.D'li Prof. Dr. Walker özel kliniğinde "Colonic irrigation" ile su vasıtasıyla bağırsakları sürekli yıkamaktaydı Yine İngiliz kadınlannın cilt güzelliği için ayda bir "purgativ day" gününde ishal edici maddeler kullandıkları bilinir. Vücuttaki toksinleri giderici en önemli etkenlerden biri de terlemedir. Spor yaparak sauna veya hamam gibi ısı etkisiyle vücudun ayda bir ter atması, gözenekler vasıtasıyla vücuttaki zehirli maddelerin dışarıya atılmasına yardım edecektir. Diğer toksin atıcı bir metod ise sıcak su dolu bir küvete bir kilo doğal tuzun atılmasıyla 15 dk. yapılacak bir banyodur. Hareket, spor, yürüyüşler uzun ömürün diğer önemli unsurlarıdır. Rençberlik, hamallık, odacılık ve inşaat işçiliği gibi bedensel efor isteyen birçok iş Zaro Ağa'nın sürekli yaptığı işlerdendi. Uzun ömrün ırsi olmadığı, insanın asgari 120 yıl yaşama potansiyeline sahip olduğu, ancak fıtratına uygun şekilde yaşaması gerektiği uzıın ömürlü kişileri sistematik bir incelemeye alan batılı bilim adamlarınca saptanmış bir gerçek. Ömrü uzattığı iddia edilen hormonlar, enzimler, debonal, gerovital H3 gibi bazı buluşlar ancak yukardaki diğer kuralların kombinasyonu ile işe yarayacaklar. Günümüzdeki ultrasonografı, tomograf, anjiografi olanakları check-up'lar, transplantasyon ve tıbbi kontrol olanaklarının yaygınlaştırılması ise genel insanlık ömrünü uzatacak çağdaş etkenler olacatır.Kalp ritmini düzenleyici, iç salgı bezlerini etkileyici, hormonal dengeyi sağlayan, beynin doğal ritmini destekleyen bizi mutlu ve rahat kılan açık havanın içerdiği negatif iyonlar da ömrü uzatıcı önemli etkenlerdir. Altematif enerji olanakları ile kirlenen havayı temiz hale getirmek ise insanlara düşen bir görev..Uzun ömürlü olmanın en önemli yollarından biri de aslında hayırlı, iyi bir insan olmaktan geçiyor.Akşemseddin'in nasihatlerinde "Ömrün uzun olsun dersen kimseye kızma ve eziyet etme, kimsenin nimetine haset etme." deyişleri geçer: "Sadaka ömrü uzatır." hadisi, güleryüzün dahi sadaka olduğunun bildirilmesi, bu doğrultudaki en önemli ipuçlarındandır. Hayatı boyunca insanlara hayırlı olmak ölümden sonra da anılmak ve manevi ölümsüzlüğü kazanmak ise 1)Faydalı bir evlat yetiştirmek, 2)Herkesin faydalanacağı bir eser bırakmak, 3)Herkesin faydalanacağı bir ilim bırakmaktan geçmektedir.
Bitkisel Altın Soya
Birçoğumuz hayal etmişizdir; bir tek aletle/eşyayla günlük hayattaki bütün işlerimizi görmeyi.. Arabamızın yağı mı bitti, bir "değiş tonton" dememiz yeterli olacak, "o şey" benzin olup arabamızı yürütecek.. Pardösümüzü almayı unutmuşuz, yağmur da başladı, cebimizden "o şeyi" çıkarıyoruz ve "tonton" pardesü haline geliyor.. Başağrısı bizi zamansız yakaladı, ne olacak? Tamam anladınız, " o şey" bu defa da ilaç oluyor ve... kalem oluyor, televizyon oluyor... Daha neler neler. Böyle bir teknoloji harikası henüz geliştirilmedi. Fakat tabiatta, bütün bu imkanları bünyesinde potansiyel olarak barındıran bir bitki var: Soya. Soyadan, bugün bilindiği kadarıyla 250 küsur çeşit endüstriyel ürün elde ediliyor. Bunların arasında altın değerindeki petrol yan ürünleri de bulunuyor. Kendisinden elde edilen ürünler ve yetişme şartlarının kolaylığı, hastalıklara direnci dikkate alındığında, soya, bir ülkenin kaderini değiştirecek stratejik bir bitki olarak karşımıza çıkıyor.
Soyanın önemini önce Çinliler farketmiş. M.Ö. 2838'e ait bir kayıtta, Çin'de "Kutsal bitki" olarak rastlanıyor soyaya. İnsanoğluna faydası saymakla bitmeyen soya, yapılan araştırmalarda hayvansal gıdalara denk protein yapısına sahip tek bitki olarak belirlenmiş.
Küresel fakirliğe ve açlığa son
Bu özelliğiyle "kemiksiz et" veya "tarlaların bifteği" olarak nitelendirilen soya halen dünyadaki 1 milyar insanın yegane protein kaynağı. 1943'lerde bu bitkinin değerini keşfeden ABD gerçekleştirdiği üretim patlamasıyla soyanın anavatanı Çin'i bile geçerek dünya birincisi konumuna yükseldi. Dünyanın bir numaralı silah ihracatçısı olan ABD'nin soya ihracından elde ettiği gelir halihazırda silah ihracının üzerinde. Soya böcek ve hastalıklara oldukça dirençli olup gübreye hiç gereksinim duymuyor. Bu yüzden de II. Dünya Savaşı'na kadar neredeyse hiç bilinmeyen bu bitkinin şu anda yıllık dünya üretimi 136 milyon ton ve ticari literatürde "stratejik" olarak vasıflandırılmakta.
Sekiz elzem asit eşittir soya
Tıp literatüründe protein eksikliği olarak tanımlanan "kronik açlık" dünyada 200 milyonu 5 yaş altı çocuk olmak üzere 800 milyon insanın sorunu. Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu verilerine göre ise Türkiye'de "resmen" 4 milyon 68 bin 811 fakir bulunuyor ve bu rakam gayrı resmi olarak 10 milyonu buluyor. İnsanlara iş alanı açmak mali yatırımı yüksek bir çözümken, gelişmekte olan ülkelerin işsizlik sigortası verebilecek finansal kaynakları da yok. Oysa basit ve küçük birtakım tedbirlerle yukarıdaki tabloyu değiştirmek mümkün olabilir. Bunlardan belki de en ilgi çekici olanı ülkemizde pek de yaygın kullanımı olmayan besin değeri olarak olağanüstü özelliklere sahip soya bitkisinin kullanımının yaygınlaştırılması. Türk insanının çok fazla tükettiği ekmeğe bile sadece yüzde beş oranında soya unu katılımıyla yeterli ve dengeli beslenemeyen milyonlarca insanın günlük protein ihtiyacını karşılamak mümkün. Tıbben insanlara 22 amino asit gerekli ve bunun 14'ünü vücut sentezleyebiliyorken 8'ini dışarıdan almak zorunda. Et, süt, yumurta, balık, tavuk gibi gıdalarda bulunan "8 elzem amino asid"e 1. sınıf protein deniyor ve sadece hayvani gıdalarda bulunabiliyor. Hayvani gıdalar dışında bu özelliklere sahip tek ürün ise soya. Soyanın bu müthiş besin değerinden yararlanılarak geniş halk kitlelerinin protein ihtiyacı sadece ekmekle karşılanabilir. Çünkü normal ekmeğe (250 gr.) eklenen 120 gr soya, ete kıyasla bir insanın bir günlük bütün protein ihtiyacını 1 dolar daha ucuza sağlayabiliyor. Ülkemizde 10 milyon insanın bunu hayata geçirmesi halinde ete kıyasla 4 milyar dolar net gelir sağlarken iyi bir organizasyonla açlık sorunu 3 ayda ortadan kalkabilecek. Ama bu sonuca ulaşmak için uygulamanın önce acilen büyük şehirlerin Halk Ekmek fabrikalarında başlatılması ve bilahare Tarım Bakanlığı'nın fırıncı odaları ile temasa geçmesi ile yaygınlaştırılması gerekiyor.
Asrın bitkisinin Türkiye'deki öyküsü
Türkiye'de öncelikle 1960'larda ciddiyetle ele alınan soya değerlendirilebilme imkanları iyi tesbit edilemediği için unutuldu. 1980-84 arasında devletin destekleme politikası kapsamına alınmış olmasına rağmen, çiftçiden ürün alımında gecikme ve zamanında paranın ödenmemesi gibi sebeplerle destekleme kapsamından çıkarılmış. Prof. Dr. Kamil Doğan ve Prof. Dr. A. Remzi Akyıldız'ın heyecanla kaleme aldıkları ve "stratejik" ürün olarak tanımladıkları bu ürünün en iyi şekilde değerlendirilmesinin yolu Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Tekinel'in de belirttiği ve diğer ülkelerde de hali hazırda bulunduğu gibi önce bir Milli Soya Koordinatörlüğü'nün kurulmasından geçmekte. Hükümet değişikliklerinden etkilenmeyecek, özerk bir statüye sahip, akademisyenlerin oluşturacağı bu koordinatörlük için soyanın ekim şartlarını, değerlendirmesini bilen teknik kadro zaten mevcut. Şu anda Türkiye üretimi yılda 32 bin ton olan soyanın, ekmek yapımı, süt ürünleri için ekimi, hayvancılık, sanayi, ihracat, barter vb. saydığımız yerlerde değerlendirilmesini sağlayacak Milli Soya Koordinatörlüğü, ne kadar ve nerelere ekileceğini belirledikten sonra devlet kanalıyla yeterli tohumu ithal ederek ektirmeye geçebilir. Zambiya, Ukrayna, Kenya, Uganda, Zimbabve, Nijerya, Tanzanya da Belize, Jamaika, Trinidad, Kolombiya gibi soyanın değerlendirilmesini organize biçimde ele alan ülkeler kervanına katılmışken, Sri Lanka, Illinois Üniversitesi ile yaptığı işbirliği neticesinde, 25 bin ev kadınını ve işçiyi soya ürünlerinin evde veya köylerde değerlendirilmesi konusunda eğitmiş durumda. Soyanın Türkiye'deki en yaygın kullanımı yem sanayiinde ve soya küspesi olarak tavukçulukta. Soya küspesi kullanımı Türkiye'de tavuk üretimini adeta patlattı. Yeterli ekim yapamayan ülkemiz soyayı ithal ederken, bu ürünün Türkiye'de gümrük vergisi sıfır olan bir kaç üründen biri olması ithalatını kolaylaştırıyor. Türkiye'nin soya konusundaki bir başka avantajı da aynı zamanda soya da kırabilen pamuk kırma makinaları alanında. Zira Türkiye'nin yıllık pamuk kırma kapasitesi 1.5 milyon ton ve bölgemizde bu denli büyük bir kapasiteye sahip tek ülke Özbekistan. Türkiye bu avantajını kullanabilirse, ham soyayı ithal ederek, pamuk işleme kapasitesinden yararlanarak mamul ürün elde edebilir. Şu anda ülkemizde soyanın tanınması ve yaygınlaşması amacıyla Amerikan Soya Derneği, Promedia Halkla İlişkiler Şirketi'nin temsilciliği ile faaliyette bulunuyor. Promedia Halkla İlişkiler Müdürü Feray Alpay, Amerikan Soya Derneği'nin Türkiye'nin Orta Asya'dan dolayı artan öneminden dolayı G. Kıbrıs'ta bulunan şubesini kapatıp, İstanbul'da şube açtığını söylüyor.
Türkiye'den doğan soya güneşi
Soyadaki bu müthiş besin değerinin farkına iki yıl önce varan Sivas Belediyesi Ekmek Fabrikası Müdürü İbrahim Örün üstün bir gayretle araştırmalar yaparak Türkiye için örnek olacak bir projeyi hayata geçirmiş ve başarıyla da uyguluyor. Bundan iki yıl önce biraz da tereddütle, sınırlı sayıda (günde 600 adet) soyalı ekmek üretmeye başlayan Sivas Belediyesi, halkın çok büyük ilgisi sonucu günlük soyalı ekmek üretim miktarını önce 3 bine çıkarmış. Şu anda da ürettiği ekmeğin tümünü yüzde beş oranında soya unu katkılı ekmek olarak yapıyor. Diğer bir ifadeyle Sivas Halk Ekmek'in günde ürettiği 20 bin ekmeğin tamamı soyalı undan yapılıyor. Sivas Belediye Başkan Yardımcısı ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. İlhan Çetin, Cumhuriyet Üniversitesi'nden akademisyenlerle yürütülen bu projeyi 14-17 Ekim 1996 tarihinde Uluslararası Sağlık Çevre ve Gelişim Konferansı'nda anlatmış ve yirmi yedi ülkeden doksan dört bilimadamının katıldığı konferansta uygulama çok beğenilerek az gelişmiş ülkelerde de uygulanması için tavsiye kararı alınmış. Yani dünyadaki açlık karanlığını yok edebilecek bu ilk toplu uygulama Türkiye'den başlatıldı. Diğer yandan Türkiye'nin ısı, yağış ve toprak özellikleri itibariyle soya üretimine elverişli olmasının yanısıra, GAP'ın faaliyete geçmesi ile birlikte bu imkan daha da artacak.
Sofranızda soya olursa...
Soyanın açlık sorununu ekmeğe katılım yöntemi ile kökten çözmesinin yanında süt ürünlerini de 8 misli ucuza mal etmesi söz konusu. Zira soyadan, sütten peynire, etten margarine kadar bir çok ürün elde etmek mümkün. Soya sütünden elde edilen ürünler ülkemizde pek tanınmazken, bütün dünyada yaygın bir kullanım alanı buluyor. 350 milyon TL. değerindeki iyi cins bir süt ineğinden günlük süt alımı sadece 30 litre. Sürekli ve ihtimamlı bakım, kaliteli yem isteyen, bunun yanısıra hastalık riski bulunan ineklere alternatif olan soya sütü makineleri ise günde 1 tona (1000 lt) eşdeğer soya sütü üretebilirken ithal fiyatı sadece 70 milyon TL. Bu makinaların özellikle işsizlik olan ve büyükbaş hayvancılığın göç nedeniyle yokolduğu Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz gibi yörelerdeki halka organize bir şekilde dağıtılması ekonomik sorunlara, göçe ve diğer sosyal yaraların çözümüne de yardımcı olacağı kesin. 1 kg. soya ile 10 litre suyun oluşturduğu soya sütü, süttozu, yoğurt, dondurma, peynir, margarin vb. ürünleri 8'de 1 fiyata aynı tad, görüntü ve besin değerinde imal edilebiliyor. İnek ve soya sütünün kıyası şöyle: Su inek sütünde yüzde 87.4, soya sütünde yüzde 90 oranında, protein inek sütünde 3.4, soya sütünde 3.5 oranında, yağ inek sütünde 3.7, soya sütünde 2.8, karbonhidrat ise inek sütünde 4.8, soya sütünde 3.1 oranında bulunuyor.
Hastalıklara elveda, gençlik ve uzun ömüre merhaba
Yüksek miktardaki birinci sınıf proteinin yanısıra içerdiği kalsiyum, fosfor, demir, bakır, manganez, potasyum, kükürt, klor, nikel, sodyum gibi mineraller, A, B1, B2, C, D, E, K vitaminleri ile soya, hakkında uluslararası sempozyumlar düzenlenen hemen hemen tek bitki. 15-18 Eylül 1996 tarihinde Brüksel'de "Kronik hastalıkların iyileştirilmesi ve önlenmesinde soyanın rolü" adlı 2. Uluslararası Sempozyu'mda 18 ülkeden 80 doktor, diyetisyen, biyolog ve laborant tarafından soyanın sağlıklı yaşam ve hastalıkların önlenmesindeki rolü yeniden ele alındı.
Türkiye'de resmi 2.5 milyon, tahmini 5 milyon, dünyada ise 250 milyon kişi şeker hastası. Batıda soya unu uzun yıllar şeker hastalığı için kullanılmış. Düşük nişasta yapısı ile kan şekerini artırmayan soya, lifli yapısıyla da sindirim sistemini yormayarak şeker hastalığını önleyici özelliğe sahip. Diyabet uzmanları şeker hastalarının diyetlerinde bol lifli ve kepekli gıdalara yer verilmesini, kırmızı et ve diğer hayvani gıdalardan da mümkün olduğunca kaçınılmasını önermekteler. Bu bağlamda soya proteini hayvani gıdalara eşdeğer proteini vücuda en iyi şekilde verme özelliğine sahip. Özellikle Batıda olduğu gibi soyalı ekmeklerin, süt, peynir ve et taklidi gıdaların sıkça kullanımı bu hastalara en iyi alternatif proteini sağlıyor.
Günümüzde 40 yaş üstü ve hatta bazen daha da öncesi için, büyük bir dert olan yüksek kolesterol ve damarların içyüzüne yapışarak sebep olduğu damar sertliği, yüksek tansiyon, bunların bilahare damarları tıkayarak meydana getirdiği felç, kangren, kalp ağrısı ve krizlerinin sebebi olan kolesterol bize hayvani gıdalardan geçmekte. Türk Kardiyoloji Derneği'nce ülkemizde bulunduğu tahmin edilen bir milyon ikiyüzbin kalp hastası ve yüksek kolesterollü için en iyi protein kaynağı yine soya. Soya hayvani gıdalar gibi vücutta kolesterol birikimine sebep olmadığı gibi, soya proteininin yüksek kolesterollü hastalar üzerinde denendiği Illinois Üniversitesi'nce yapılan bir araştırma sonucunda, günde 50 gr. alınınca % 12'lik bir düşüş de sağlıyor.
Soyanın yine hayvansal proteinlere kıyasla içerdiği isoflavon ve antioksidanlarla önleyici ve tedavi edici rolü var. Hayvanlara verilen ve hayvani gıdalara kanserojen nitelik kazandıran, suni yem, ilaç ve hormonların hiçbiri soyada yok. Soya ayrıca kanseri önleyen etkenlere sahip güçlü bir antioksidan olan mucize madde "Genistein"ı da içermekte. Göğüs, akciğer, prostat, deri ve kan kanserini (lösemi) kısaca her tip kanser hücresinin gelişimini engelleyen Genistein antihormonal etkisi ile bu kanserleri durdurabiliyor. Çocuklukta içilen soya sütünün kansere karşı bir aşı olduğunu ise Birmingham, Alabama Üniversitesi Farmakoloji Profesörü Dr. Stephan Barnes araştırmaları ile ortaya koymuş. ABD Milli Kanser Enstitüsü (NCI) 1996'da 3 milyon dolarlık bir bütçeyi soyanın kanser üzerindeki iyileştirici rolü üzerinde araştırma fonu olarak ayırmışken, Minnesota Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki Türk öğretim görevlisi Prof. Dr. Fatih Mehmet Uçkan da soya özünden kan kanserine karşı ilaç bulduğunu açıkladı. Yukarıda saydığımız hastalıkların yanısıra artrit, romatizma, gut, üremi, nefrit gibi vücutta hayvansal gıdaların bıraktığı üre, asitürik, amonyak vb. toksik ve artık maddelerin oluşturduğu hastalıklarda en iyi alternatif olan soya, bitkisel lifleri ile kabızlık, kalın bağırsakta divertikül oluşumu, apandisit, basur, kalın bağırsak kanseri, safra taşı gibi kepeksiz ve lifsiz gıdaların yolaçtığı çağımızın hastalıklarını engelliyor. Yine yapılan araştırmalarda, böbrek ve kemik hastalıklarında hatta menapozda ve ostrapozda soyanın koruma oluşturuduğu görülmüş. Yetkililer daha fazla bilgi ve danışma için ücretsiz A.B.D.(001-800)301- 3153 no'lu tel.de bu bilgilerin doğruluğunun onaylanması için hazır durumdalar. (U.S.Soyfoods Directory.)
Uzun yaşamda dünya rekoruna sahip Japonlar günde en az 30 gr. soya kullanmakta. Hücrelerimizin yaşlanmasını geciktiren soya bilim adamlarına göre müthiş bir biyokimyasal enerji kaynağı ve doğal bir gençlik iksiri. Yaşlanmayı geciktirmesi sebebiyle uzun yaşamın sırrı olarak görülen soya bu özellikleriyle de "asrın bitkisi"olmaya aday.
Arabanızda soya yağı, kaleminizde soya mürekkebi, banyonuzda soya sabunu
Şimdiye kadar belirttiğimiz ve aşağıya sıralayacağımız alanlardaki kullanımı için gerekli olan soya ekimi büyük miktarda refah sağlayıp işsizliği ve göçü engelleyebilecek pratik bir çözüm olmasının yanısıra, sanayide tutkal, benzin, mürekkep, antibiyotik, yem, ilaç, sabun, böcek ilacı, mamalar, garnitürler vb. 300'ün üzerinde endüstriyel ürünün üretiminde kullanılıyor. Ancak bütün bu özelliklerine rağmen soya Türkiye'de ne yazık ki yeterince tanınmıyor ve yararlanılmıyor. Sanayide harikalar yaratan bu bitkiye dünya ise her geçen gün ilgisini artıyor.
Bütün dünyada bir besin maddesi olmasının ötesinde, endüstriyel ve stratejik bir ürün olarak kullanılan soyadan hemen hemen üretilmeyen mamul madde yok gibi. Bunlardan en ilginç ve yaygın olarak kullanılanları da soya mürekkebi ve soya hidrolik sıvı yağı. 1974 ve 1978'deki dünya genelindeki petrol krizleri Amerikan basın yayın endüstrisini yeni baskı hammaddeleri bulmaya zorladı. Geleneksel olarak kullanılan baskı mürekkeplerinde %55-85 arasında petrol türevleri bulunuyor. Bunun sonucu petrole bağlı olmayan baskı mürekkepleri arayışına girildi. Çalışmalar 1982'de başladı ve 1986'ya kadar devam eden çalışmalarda 2 binin üzerinde tabii ürün tesbit edildi. Sonunda soya yağının en uygun ürün olduğu ispatlandı.
1987'den itibaren soya mürekkebi Amerika'da renkli ve siyah beyaz gazetelerde kullanılmaya başlandı. İlk yıl sadece 6 gazete soya mürekkebi kullanırken, bugün Amerika genelindeki 9 bin 100 gazetenin yarısı, bin 700 civarındaki günlük gazetenin de %75'i soya mürekkebi kullanıyor. Soyanın aynı zamanda tarımsal bir ürün olarak Amerika'da yoğun şekilde ticaretinin yapılması bu süreci kolaylaştırdı. Avrupa ülkeleri de soya mürekkebini yoğun şekilde kullanma kararı alıyorlar.
Soya mürekkebi diğer hidrojenize veya mineral yağ hammaddeli mürekkeplerden daha iyi akışkanlık ve baskı kabiliyeti veriyor. Daha canlı parlak renkler ve daha esnek litografik randıman en önemli gözlenen farklılıklar. Soya mürekkebi aynı zamanda matbaa işçilerine zararlı olan uçucu organik bileşimlerin oranını düşürürken çok dönüşümlü aromatik bileşimleri de içermiyor. Soya mürekkebi tamamen tabiatta çözülmese de petrol kökenli mürekkeplere göre çok daha rahat çözülüyor bu yüzden de çevre dostu olarak algılanıyor.
Özetle soya mürekkebi canlı renkler, zor silinme özelliği, az nokta kazanımı, yüksek milaj, az kağıt harcanımı, sağlıklı bir ürün olması, yenilenir hammaddeden yapılımı, tabiatta daha çok çözülebilirlik gibi diğer alternatiflere göre çok avantajlı imkanlar sunması soya mürekkebinin kullanımını her geçen gün daha da artırıyor. Soya mürekkebi 1989'dan beri piyasada, formüller geliştiriliyor ve birçok firma soya mürekkebi üretiyor ve pazarlıyor.
Belçika'da şu anda tüketilen yıllık toplam araba yağı miktarının yüzde on kadarı soya dizelinden sağlanıyor.
Tasarruflu bitki
Bir insanın yeterli beslenebilmesi için bir günde kabaca kilosu kadar gram cinsinden protein alması gerekiyor. Türkiye'nin ortalama kilosu ise çocuklarla beraber 50 kg. Bunun anlamı yeterli beslenme için günde bir Türk insanının asgari 50 gr. hayvani yani birinci sınıf protein alması gerektiği. Bir kıyas olması açısından en yüksek protein oranına sahip eti soya ile karşılaştırıp, aynı zamanda bunun ekonomik anlamı üzerinde duralım.
Et yüzde 17 oranında protein içeriyor ve 50 kg'lık bir insanın günlük protein ihtiyacı 50 gr olduğundan bunu ancak 300 gr et ile karşılayabilir. Etin kilosu bir milyon olarak alındığında 300 gr etin maliyeti 300 bin TL.
Et ile aynı kalitede hayvani proteine sahip tek ürün olan soya bitkisi ise ortalama yüzde 40 oranında protein içeriyor. 250 gr'lık bir ekmeğe 120 gr soya unu katıldığında, bu işlem ekmek maliyetini hiç bir şekilde artırmazken günlük protein ihtiyacını da bu miktardan karşılamak mümkün. Bir ekmeğin fiyatının 35 bin lira olduğunu düşünür ve bunu 300 gr etin fiyatı olan 300 bin TL ile karşılaştırırsanız 265 bin TL'lik bir fark oluşuyor. Bunun anlamı bir insanın günde bir dolar kara geçmesi demek. 65 milyon insanın yılın 365 günü beslenmesini günde bir dolar ucuza mal etmesinin ülkeye yıllık tasarrufu 24 milyar dolar. Sadece on milyon Türk insanının bile bu uygulamaya dahil olması ülkeye yılda 4 milyar dolar kar sağlayabilir.
Soyayla ilgilenenler için bazı adresler:
Soyalı ekmek:
Clyde E. Stauffer:
Tel: 001-513-6842944,
Fax: 001-513-6843227
Institute of food technologists:
Tel: 001-312-7828424
Fax: 001-312-7828348
19 Mayıs Üniversitesi : 0362/4576012
Çukurova Üniversitesi: 0322/3386394 Prof. Halis Arıoğlu
Trakya Üniversitesi : 0282/2312148 Prof.İbrahim Atakişi
Sivas Belediyesi: 0-346-2210110-13
İnternet: http://www.prosoya.cal
Üreticiler:
Ahmet Ağzıdeli: 0322/6135415
Tahsin Geçgil : 0412/2115540
May tohumculuk: 0224/2218056
Evren Gıda: 0322/3460600
Soyadan çeşitlemeler
Ülkemizdeki 351 yem fabrikasında karma yem üretimi için yılda 650 bin ton soyaya ihtiyaç var. Devletin organize bir şekilde bunu ektirmesi onbinlerce kişiye iş imkanı açacak ve yılda 1 milyar doların dışarı gitmesini engelleyecek bir başka yoldur.
- Normal ekmeğe %5 katılan soya unu bayatlamayı 3-4 günden 10-15 güne çıkarıyor. Böylece günde 27 milyon ekmek çöpe atılmaktan kurtuluyor. Basit bir hesapla bu şekilde, yılda 4 milyon ton yani 1 milyar dolarlık buğday israfı önlenebilir. Türkiye buğday ithal eden değil ihraç eden bir ülkeye dönüşebilir.
- Taze (yeşil) soya % 12 protein ile taze fasulye (% 7.6) veya bezelyeden (%5.4) çok daha üstün ve piyasada tüketilebilecek bir gıda. Ayrıca çiftçilerimiz için yeni bir kazanç kapısı.
- Soyadan et, kıyma, sosis, sucuk vb. gıdalar hayvansal orijinallerine kıyasla 10 misli ucuza aynı tad, görüntü ve besin değerinde imal edilebilmekte.
- Soya, hektar başına 50 kg. azotu havadan toprağa kökündeki ribozyum bakterileri sayesinde bir gübre fabrikası gibi bedavaya sağlıyor. Ayrıca hasattan arta kalan dal, kök, yaprak, sap, kapçık da çok yüksek azot içerdiği için birinci ürün olarak ekildiğinde azotça fakir olan ülke topraklarımızı sun'i gübreye gerek bırakmadan güçlendirir. Yılda gübre için devletin ayırdığı ½ milyar dolar subvansiyon ortadan kalkarken fasulye, mercimek vb. gıdaların da fiyatı ucuzlatılmış olur.
- Ekoloji ve ekonomi mucizesi olan soya yılda 50 kg. sığır proteini elde edilen bir alandan 500 kg eşdeğer protein sağlayarak su israfını 15 misli, enerji harcamasını 2 misli azaltır.
Soyalı ekmek beslenme yetersizliğine çözüm
NORMAL %5 SOYA
EKMEK KATKILI EKMEK
Protein 27.7 gr. 31.2 gr.
Kalsiyum 3.8 mg. 5 mg.
Demir 2.1 mg. 3 mg.
Potasyum 223 mg. 428 mg.
A vitamini Yok 9 ünit
B1 vitamini 0-19 mg. 0-27 mg.
B2 vitamini 0-14 mg. 0-17 mg.
İstanbul'da da soyalı Halk Ekmek
İçerdiği müthiş besin ve protein miktarı ile ülkemizde yeterli beslenemeyen geniş halk yığınlarının en ucuz ve pratik yoldan beslenmelerine yardımcı olacak soya bitkisini İstanbul Halk Ekmek de yakında ekmeklerinde kullanmaya başlayacak. Halk Ekmek ürünleri daha çok alım gücü düşük ve gecekondu semtlerinde yaşayan vatandaşlarımız tarafından rağbet görüyor. Halk Ekmeğin üreteceği soyalı ekmek bu insanlarımızın yeterli beslenmesine büyük katkı sağlayacak. Sadece Sivas'ta üretildiği gibi ekmek başı bir bardak süte eşit(250 gr) yüzde beş soya unu ilavesi bile bir milyon ekmeğe şöyle yansıyor: 250 gram süt piyasa fiyatıyla 50 bin TL olduğu için, halk ekmeğin üreteceği soyalı ekmek İstanbul halkına ekmek başı 50 bin TL, günde 50 milyar, ayda 1,5 trilyon, yılda 18 trilyon direkt cüzdana yansıyan bir gelir sağlayacak. On bin TL için saatlerce kuyruklarda bekleyen ve vefat eden işçi emeklilerimizi düşündüğümüz zaman meselenin önemi ortaya çıkıyor
İstanbul Halk Ekmek Müdürü Hadi Tunç başta olmak üzere bütün Halk Ekmek çalışanları büyük özveri ile çok başarılı çalışmalar yapıyorlar. Sözen döneminde günde 250 bin üretim yapan Halk Ekmek, bugün hiç işçi almadan ve kurulu tesislere ek bir yatırım yapmadan günde 1 milyon ekmek üretiyor, ürettiği ekmeği 7-8 saat içerisinde bin yediyüz noktaya dağıtıyor. Geçen süre içerisinde uygulanan profesyonel yönetim anlayışı sayesinde bir Halk Ekmek işçisi günde bin altıyüz ekmek üretirken, fırınlardaki işçiler ancak dört yüz ekmek üretebiliyor. Fırınların ürettiği ekmeğe göre neredeyse yüzde elli ucuz olan Halk Ekmek ürünleri, bayilere varır varmaz uzun kuyruklar oluşuyor ve beş on dakika içerisinde tükeniyor. Bunu gören Halk Ekmek yetkilileri de yıl sonunda günlük kapasiteyi iki milyon üçyüzbine çıkarmayı hedefliyor. Böylece Halk Ekmeğin pazar payı da yüzde 10'dan yüzde 25'e çıkacak.
Soyanın faydalanıldığı bazı yerler
Soya unu:
a) Yiyeceklerde: Pastacılık ve ekmekçilik, hamur işleri, etli maddeler, hububat prepatları, hazır karışımlar, sıvı yiyecekler, çocuk mamaları, şekerlemeler, hastalar için özel gıdalar, salça ve lezzet maddeleri, çorbalar
b) Endüstride: Yapıştırıcı olarak, kontraplak, karton, muşamba yapımı, böcek öldürücü ilaçlar, kumaş boyaları, suni tahta, özel levhaların yapımında
Soya küspesi:
a) Yiyeceklerde: Kümes hayvanları, büyükbaş hayvanlar, balık, kürk hayvanları yemi, protein hülasaları
b) Öğütülmüş soya yemi: Dolgu maddeleri, vitaminler, antibiyotikler, ilaçlar
c) Endüstride: Gübre, vitamin, ilaç
İzole edilmiş protein:
a) Yiyeceklerde: Sosis, parça et şekerleme, fondan şekeri, meşrubat soya sütü
b) Endüstride: Kağıt kaplama, suda eriyen boya, yangın söndürücü madde, kağıt, elyaf, bitkisel yün yapımı
Rafine edilmiş soya yağı:
a) Yiyeceklerde: Mayonez, margarin, yemeklik yağ yapımı, salata, sebze, sandviç garnitürü, yumuşatıcı, dinlendirici maddeler
b) Endüstride: Plastik dezenfektan maddeler, macun, sabun, mürekkep, dezenfektan maddeler, teneke ve maden cilası su geçirmeyen çimento
Ham soya yağı:
Steroller, yağ asitleri, gliserin, soya lesitini
a) Yiyeceklerde: Şekerlemeler, çikolata kaplaması, garnitürler
b) Endüstride: Maya, alkol, lastik ve kauçuk yapımı, dokuma, toz madenler, dericilik, kozmetik, petrol
Yetkililer, göreve!
Ne yazık ki dünyada çok ciddi bir sektör olarak binlerce bilimadamının üzerinde araştırma yaptığı ve milyonlarca insanın geçim kaynağı olan soyaya sayfalarımızda bütün yönleriyle yer verebilmemiz mümkün değil. Bu dosyada daha çok, soyanın sağlığa ve gıdaya dönük ürünlerinden bahsetmeye fırsat bulabildik. Fakat öyle zannediyoruz ki bu kadarı bile soyanın ne kadar önemli, ne kadar hayati ve stratejik bir bitki olduğunu anlatmaya yeterli oldu. Soyadan elde edilen ürünlerin çeşitliliğine ve günümüz dünyasında taşıdıkları mana ve ehemmiyete bakıldığında, soyanın bir ülkeyi tek başına kalkındıracağını, hatta bir güç haline getireceğini düşünmek fazla iyimserlik değil, objektiflik olur. Türkiye'mizin yeterli miktarda işlenecek toprağı, yeterli hatta boşta bekleyen işgücü, fırsat ve imkan bekleyen cesur girişimcileri var. Yetkili kuruluş ve makamlara düşen, soyayla ilgili yeni düzenlemeler getirip, yeni imkanlar sunması, soya üretimini teşvik edecek ve artıracak önlemleri alması. Bunu yapmak o kadar zor olmasa gerek.
Diş Çürümelerini Engelleme
Halihazırda varolan dişçürüklerinin ilerlemesini engelleme veya sağlıklı dişlere sahip olma genelde kabul edildiği gibi iki biçimde ele alınır:
Vücudun İç Ve Dış Bakımı.
İç bakımın en önemli özelliği doğru ve dengeli beslenerek vücudumuza özellikle kemiklerimize ve bunun uzantısı olan dişlerimize gereken kalsiyum.,fosfor A,C,D vitaminleri ve diğer vitamin ve mineraller vermek ve vücudu noksan bırakmamaktır.Bu konu kitabın önceki sayfalarında beslenme ile ilgili kısımlarda detaylı olarak anlatılmıştır.
Dişlerin dış bakımı ise gıdalar ve bakım yöntemi olarak iki kısımda incelenir.Rafine gıdaIar(beyaz un,şeker)ve hayvani gıdalar diş aralarına yapışarak çürümeye başlar ve birtakım mikroplar üretirler.Zaman içinde bu mikroplar dişe sirayet ederek dişi çürütürler.0 halde öncelikle bu gıdaların kesilmesi lazımdır.
Diş bakımının genelde üç dış hedefi olmalıdır.Birincisi diş aralarında(doğal gıda da alsak) ne kadar gıda artığı varsa (özellikle yemeklerden sonra) bunlardan kurtulmaya çalışmak,diş etlerini kuvvetlendirmek,parlak ve temiz bir görünüm kazandırmak.
Diş arasındaki artıkların gitmesini sağlamak için her yemekten sonra sadece su ve fırça ile(macunsuz) diş araları iyice temizlenene kadar fırçalanmalıdır.Bu fırçalama bildiğimiz fırçalarla da yapılabilir ya da herhangi,bir dal parçasının ucunu taşla döverek meydana gelen Iiflerden de olur(Eski Hintlilerin kullandığı ya da İslamiyetteki misvak gibi, hatta bunun daha sağlıklı olduğu da bilinir) .
Diş araları iyice temizlendikten sonra fırça doğal tuza batırılarak diş ve dişetlerinde gezdirilerek hem dişlerin parlaklığı hem de dişetlerinin güçlenmesi sağlanır(Bir istatistiğe göre Türkiyede 30-70 yaş grubunun %97’sinde dişeti hastalığı vardır).
Özetle,en doğru ve pratik diş bakımı :a)Dişlerin yemeklerden sonra sadece fırça ve su ile iyice yıkanması,ardından.b)Fırça ve tuz ile dişetlerini ovmaktır.Bu yöntem ve doğru(doğal) beslenme yöntemi ufak yaşta uygulanırsa ilerde hiçbir bozukluğa yolaçmaz,büyüklerde ise çürümeleri engeller(unutmamalı ki doğal besin ve bu tip temizlik yöntemlerine sahip toplumlarda diş hastalığı diye bir şey yoktur,diş ve dişeti hastalıkları medeni dediğimiz rafine gıda tüketen toplumların fertlerine aittir).Bu konuda ek olarak birtakım bilgiler aşağıdadır:
a) Dişinizle kesinlikle fındık gibi sert cisimler kırmamalı,aşırı soğuk ve aşırı sıcak besinlerden kaçınmalıyız,
b) Meyve ve sebzeler(havuç,salatalık,ayva gibi birtakım sert meyve ve sebzeler dişetlerindeki kan dolaşımını hızlandırır ve masaj yapar)dişleri doğal olarak dışardan da besler,temiz tutar,diştaşları oluşmasını engeller(limon,elma,çilek diş dostudur),
c) Dişmacunu kullanmaktan sakınmalıyız(içerdiği kimyasal maddeler dişe ve bedene hiçbir yarar sağlamaz,
d) Ağızda güzel koku için karanfil,maydonoz,adaçayı,portakal kabuğu çiğneyebiliriz,
e) Diş fırçalarken dikkat edilecek yöntem aşağı-yukarı,soldan-sağa gibi yöntemler değil sadece ve sadece diş aralarında artık kalmamasını sağlayacak biçimde diş aralarına fırçayı iyice sokarak yavaş yavaş fırçalamaktır.
Kanseri Yenmek
(Kanseri yenmiş insanların ortak stratejileri)
Çağımızın esrarengiz hastalığı kanser batı dünyasında hızla artış gösterdiği için büyük araştırmaların sebebidir. Kanserin gelişimi, oluşumu hakkında bir çok kitap ve yazı vardır. Bir diğer yandan kanseri yenen insanlar vardır. Bu araştırmada bulacaklarınız kanseri yenen insanların ortak stratejilerinin nakledilmesidir.Yöntemler mümkün olduğunca basit, günlük hayatta rahatça uygulanabilecek, akla ve mantığa aykırı olmayan ve özde sadece gıda sisteminin değiştirilmesini önermekte olan bir içeriğe sahiptir. Bir anlamda doğal bir kemoterapi olan bu yöntem tıbbın babası Hipokrat’ın "Aldığın besin ilacın, aldığın ilaç da besinin olsun."deyişinden kaynaklanmakta. Kanserle savaşımda sadece Tıp değil, Besin Kimyası, Biokimya, Şifalı bitkiler, Gıda Üretim Teknolojisi, Alternatif Tıp ve Gıda Piyasasını da bilmenin ve bir bütün içinde uygulamanın lüzumunu ilerleyen kısımlarda göreceksiniz. Konuyu biraz daha açarsak, Tıpta uygıılanan klasik kemoterapi+fizyoterapi+cerrahi üçlüsüne ilaveten besinlerin içeriği, biokimyası itibariyle kanseri iyileştirmede etkinlik gösteren fakat henüz tıp literatürüne girmeyen bazı bitkiler, çağdaş beslenmemizi oluşturan gıdaların nasıl üretildiği ve ne gibi katkı maddelerinin kullanıldığı ve alternatifleri olan doğal gıdaları nasıl ve nereden temin edebileceğimizi de bilmemiz gerekiyor. Japonların 30 sene önce tıp kongrelerinde sundukları bu yöntem, o zamanlar' "Samurai'lar zamanından kalma" kocakarı ilaçları diye alaya alınırken bugün ABD'de "Immune Nutrition" adı altında ön plana geçmiş durumda. Kansere yolaçan etkenleri yoketmek ve iyileştirici maddelere ağırlık vermek başlıkları altında toplanan bu yöntem kanserle mücadelede sadece ve kesinlikle irade+akıl+bilim+inanca dayanan bir usul önermektedir. Böylesine komple savaşım gerektiren bu hastalıkta "Kanserin ilacı bulundu"(kanser riskini azalt
an ve tümörlerin küçülmesini sağlayan ilaçlar bulunabilir ama kansere sebep olan etmenler kaldırılmaz hatta sürdürülürse ne yarar sağlayacaktır?) veya "Şu köydeki bu bitki, su veya adam kanseri iyileştiriyor" gibi haberlerin ne kadar havada kaldığını, sansasyona ve umut sömürüsüne yönelik olduğunu asla unutmayalım.
KANSER NEDİR?
Kısaca vücut hücrelerinin isyanı olarak nitelendirilebilecek Kansere sebep olan olay· (normalde) bölünerek çoğalan ve bir görevi olan hücrelerin yerine yine bölünerek çoğalan fakat bir görevi olmayan hücrelerin oluşmasıdır. Bu hücreler zamanla (genelde) etrafındaki normal hücreleri sıkıştırarak büyümeye başlar. Bir yerde büyiyen tümör ameliyatla çıkarılabilir veya başka şekilde (fizyoterapi ile) tedavi edilebilir fakat bu hücreler kan dolaşımı veya lenf kanallarını yırtarak girerse dolaşım sebebiyle vücudun başka yerlerinde de ortaya çıkabilir (“Sıçrama" denilen olgu). Kanser hücresinde gelişme çabuk olur ve hücrelerin artmasıyla ortaya gelen tümör, içinde geliştiği organı tahrip eder. Genelde görülen kanserin Tıbbi açıklaması budur.
ÇÖZÜM NE OLABİLİR?
Devamlı pipo içenlerde görülen dil, sigara içenlerde akciğer, gırtlak gibi tahrişe dayalı (sanayi. boyaları, egzozlar, fabrika baca dumanı, vb.) kanser vakaları haricindeki kanservakalarında, kendini iyileştiren insanların orta olarak uyguladıkları yöntem dışarıdan giren maddeleri, diğer bir deyişle "Gıda sistemlerini" değiştirmektir. (Bu yöntem üstteki vakalarda da kısmen işe yarayacaktır.) Kanserin geçmişte az, günümüzde çok. gelişmiş ülkeIerde fazla, teknoloji girmeyen yerlerde az, kentlerde çok, kırsal kesimlerde az olmasının sebebini de incelersek karşımıza yine beslenme alışkanlıklarının çıktıklarını görüyoruz. Vücudun çalışma prensibi hücrelerin "yenilenmesi-ölümü-tekrar yenilenmesi" mekanizmasıdır. Bunun oluşumu ise doğadan alınan (gıdalarla) vitamin-mineral-proteinlerle oluşur. Normal hücrelerin ihtiyacına cevap vermeyen gıdalar (rafine) vitamin-mineralden yoksun olduğu için vücutta bu anormal (kanserojen) hücreleri oluşturur. Bu anormal hücre gelişimini engellemek ise rafine gıdaları kesip vücuda doğal ihtiyacını vermekle olur.[Genelde kanserin belli bir yaştan (45) sonra görülmesinin sebebi mineral eksikliğinin bu devrede patlak vermesindendir.] Bu şekilde kanseri yenen birçok,insan mevcuttur.
GIDALARIMIZ VE BİZ
İnsanların hayatlarını idame ettirebilmeleri için birtakım temel gıda maddelerine ihtiyaçları vardır.Bunlar proteinler, vitaminler, mineraller, yağlar, karbonhidratlar ve sudur. Vücut yenilenme, tamir, bedeni ve ussal faaliyetlerini bunları doğrudan alarak yerine getirir. İşte bu noktada özellikle günümüzde gıdaların doğru alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Çünkü vücudumuzun doğal yapısı bunu emreder. Aynı şekilde sağlıklı ve uzun ömürlü kişi ve toplumlann ya da kendisinde kansere rastlanmayanların, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaptıkları budur. O zamanda ömümüze bir yol ayrımı çıkmaktadır.
Doğru beslenme nedir? Yanlış beslenme nedir?
DOĞRU VE YANLIŞ BESLENME NEDİR?
Çağımızda kanserin giderek yaygınlaşması, sanayice geIişmiş ülkelerde sıkça rastlanması (ABD'de ölüm olaylarının 1/6 sebebi) ya da birtakım insanlarda bu hastalığın olup birtakım insanlarda olmaması tesadüfe bağlanamaz. Muhakkak ki kansere yol açan ortak şartlar, etkenler vardır (çevresel, gıdasal, vb). Üstteki durumlardaki ortak etkenlerin en önde gelenleri ise rafine gıdalar ve hayvansal ürünlerdir. Doğallığını yitirıniş gıdalar (rafine gıdalar) ve hayvani gıdalar (et, tavuk, balık, vb.)ın aşırı tüketimi kanser hastası olan kişi ve toplumları, olmayanlardan ayıran başlıca etkenlerdir.
İNSANIN GIDA İHTİYACI NEDİR?
İnsanın günlük gıda ihtiyacı birçok araştırmalarla belirlenıniş, çizelgeler halinde sunulmuştur. Mesela orta aktif bir insanda günde 3.000 kalori, belli ölçülerde kalsiyum, fosfor, demir vb. mineraller, A, B, C vb. vitaminler ve her insanın kilosu kadar gram protein (kg/g) lazımdır. Örneğin 70 kg'lık bir insanın 70 gr. protein. alması gerekir (1. sınıf proteinlere ilerde değineceğiz). Bunu bilimsel anlatımdan günlük hayata indirgersek her gün yenecek Örn. 1 elma (veya diğer meyveler)+1 soğan (sarmısak, pırasa vb.)+1 tabak bulgur (esmer pirinç, kepek ekmek)+1 tabak soya+yeşilliklerden oluşan bir salata (roka, tere, ısırgan, hindiba, ebegümeci, marul vb. insanın tüm ihtiyaçlarını karşılamaktadır. İleride bu detaylı ve günlük bir menü şeklinde belirtilecektir (Kanser hastalığındaki beslenme özellikle mineral+vitamin ağırlıklı olacaktır).
RAFİNE GIDALAR NELERDİR?
Görüldüğü gibi insan vücudu yaşamını özünde protein, vitamin, mineral, karbonhidrat, yağ ve su üzerinde kurmaktadır. Bunları içermeyen herhangi bir madde (gıda görünümünde de olsa) vücudu yoracak ve bozacaktır. Rafine gıdalar:
Beyaz undan yapılan her gıda: (börek, , makarna, beyaz ekmek, kek, pide, galeta, vb)
Sebebi: Buğdaydaki mineral oranının diğer tahıllara kıyasla insan bünyesindeki minerallerin oranına en yakın olduğunu görürüz. Kanserle savaşımda ise minerallere ağırlık verilmesi gerekliliğini gözönüne alırsak buğdaydan azami istifadenin nasıl olacağı sorusu . aklımıza gelir. Kepek ve tohumundan ayrılan ve çeşitli emulgatör, maya, tat ve kıvam geliştirici katkı maddeleriyle yapılan beyaz ekmekler ve unlu mamüller önemli miktarda vitamin ve mineralini yitirmiş, vücudu yoran, birçok hastalığa direkman veya dolaylı olarak neden olan bir madde haline dönüşmüştür. Buğdaydan en iyi faydalanma yolu tam buğday unu ile evde ekmek yapımı, bulgur olarak tüketimi veya filizlendirilerek kullanımıdır. Buğdayın doğru olarak tüketimi özellikle kanserde en önemli konulardan biridir.
Beyaz pirinç: Piyasadan aldığımız, kepeğinden ayrılan ve talkla cilalanıp parlatılan beyaz pirinç vitaminlerinin tümünü, madensel tuzlarının % 60'ını ve lipitlerinin %80'ini kaybedip vücudu yoran bir madde haline dönüşmüştür. Kanserde iyileşmeyi sağlayacak mineralleri ihtiva eden esmer doğal pirince artık bir takım aktarlar, marketler ve doğal gıda satan dükkanlarda rastlamak mümkündür.
Konserveler, turşular, hazır gıdalar (çorba, puding, salça, sirke vb): Besleyici nitelikleri çok düşük olan bu gıdaların, yapılan deneylerde vücuda girdiğinde vücut adeta bir saldırıya uğrayacakınış gibi akyuvarların artışına sebeb olduğu gözlemlenmiş, sebze, meyve ve su gibi doğal gıdaları alırken böyle bir olaya rastlanmamıştır. Bilimsel kaynaklar ise katkı maddeleriyle ilgili hayvan deneylerinden alınan bazı sonuçlarda E320, E132, E250-251 gibi bazı katkı maddelerinin yönetmeliklerinin gösterdiği ölçü üzerinde kullanıldığı vakit kansere yol açabileceğini belirtmektedir. Bu yüzden salça, konserve, sirke, çorba, vb. gıdaları zaman ayırarak evde üretmek en emniyetli yoldur.
Her türlü alkollü içki, meşrubat (diet dahil), çay, kahve, sigara, meyve suları: Vücutta, alkollü içki veya sigaranın en ufak miktarının bile çok büyük tahribatlara yol açtığı bilinen gerçek. Çay ve kahveyi ise yine uyarıcı ve toksik yönleriyle değerlendirirsek, vücutta bağışıklık sistemini etkilemesi sebebiyle kansere zemin hazırlayıcı maddeler olarak görebiliriz. Bu konuda ülkenin önde gelen üniversitelerinin Milli Prodüktivite Merkezi ile yürüttükleri çalışmalar da var. Vücudu yoran, çeşitti kimyasal maddeler içeren meşrubatlarda ise; İngiltere'nin en ciddi gazetelerinden The Times ve The Independent'da kansere ' yolaçan "Benzen" maddesinin bulunduğu belirtilmekte.Su, maden suları, şifalı bitki çayları ve meyveler bünyemize en uygun alternatifler.
Beyaz Şeker, beyaz tıız, bal: Beyaz şeker ve tuz çeşitli kimyasal işlemler sonucunda açık renklerine ve granüle hallerine kavuşurlarken piyasada satılan sahte ballara da dikkat etmemiz gerekir. Her gıdada, tahılda, sebze-meyvede, bakliyatta zaten vücudun kullanacağı şeker (karbonhidrat) bulunur ve bu şeker en ideal şekerdir. Kaya tuzu veya sanayi, deniz ya da doğal tuz adı altında satılan tuzlar ise insan kanındaki tuzun kimyasal bileşimine en çok benzeyen tıızlardır. Kanserde en çok kullanılan forınüllerden biri ise halis bala ilave edilen ısırgan tohumunun 10 gün bekletildikten sonra kullanımıdır.
Tereyağı, margarin, rafine sıvı yağlar: Çeşitli kimyasal işlemlerle preslenen, rengi ve kokusu giderilen rafine yağlar, margarinler ve kolesterol ihtiva eden hayvani yağları, kanserlilerin kullanmaması gerekiyor. Bakliyat, tahıl, zeytin, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar, az miktarda olan günlük yağ ihtiyacımızı zaten doğal olarak bünyelerinde barındırıyorlar.
Bakliyat: Hastalığın başlarında özellikle sebze yemeklerini (hatta mineral ve vitaminlerinden maksimum istifade etmek için çiğ olarak) tercih etmek ve bakliyatı haftada 3-4 öğünden fazla yememek en doğru davranış.
HAYVANİ GIDALAR BAHSİ
Kepekli ve lifli olmadığı için sindirim sistemine ağır gelmesi ve fazla üretim için yemlerde kullanılan kimyasal maddeler,hayvanlara verilen hormonlar ve ilaçlar eti oldukça sakıncalı hale getirmekte. Katrandaki "benzopyrene" maddesi hayvani yağlardaki kolesterolde mevcutken, kanseri yenen insanların ortak olarak yaptıkları şeyin eti bırakmak olduğunu gözlemliyoruz. Insan vücuduna lazım olan 8 esansiyel amino asidi içeren l.sınıf proteinler az yağlı süt ürünleri (peynir, yoğurt vb) veya soyadan sağlanmalı, özellikle soyanın içerdiği Genistein ve Daidzein adlı antioksidanlar ve isoflavonlar göğüs, göden, akciğer, prostat, deri ve kan kanserini, kısaca her tip kanser oluşumunu engelliyor.
KANSERDE İDEAL BESLENME
Bu beslenme biçimiyle (kanserin vücuttaki bulunma oranına göre) 3-4 ay içinde vücut çok kuvvetlenecek (mineral+vitaminler) sayesinde, hastalığı ya yenecek ya da yenme yoluna girecektir.
SABAH [07.00-09.00):
1- Özellikle yeşil bir salata (ısırgan, tere, marul, ebegümeci, roka, vb. biri veya birkaçı) + sızma zeytinyağı + doğal tuz + limon,
2- Tam buğdaydan katkısız olarak yapılmış ekmek + az yağlı yoğurt veya az yağlı beyaz peynir (süt üıünleri yerine soya sütü ve ürünleri temin edilebilirse, daha idealdir),
3- Özellikle elma (ya da herhangi bir meyve),
4- Soğan veya sarımsak.
KUŞLUK [10:00-11.00), İKİNDİ (15.00-16.00), YATSI (21.00-22.00): Bunlardan biri ya da birkaçı, 4-5 kuru incir, 4-5 kuru kayısı.6-7 kestane,3-4 hurma,1 avuç kuru üzüm,1 avuç çimlenmiş buğday,1 havuç, 1 tabak limonlu maydonoz.
ÖĞLE - AKŞAM
1- Yemekten önce kahvaltıdaki gibi bir salata (kırmızı pancar ilavesi tercih edilir),
2- Yemek olarak sebze (ıspanak- kabak- pırasa-kereviz vb),
3- Haftada 3-4 öğünü geçmeyen bakliyat,
4- Yemekte veya yemek arasında 1 tabak soya (200-250 gr) veya yoğurt (200-250 gr).
Kanseri yenen kişilerin yediklerini incelersek genelde Demir, Potasyum, Kükürt, Manganez, Magnezynum gibi nıineral ağırlıklı olduğunu göreceğiz. Yukarıda belirtilen gıda sistemi de bunlar gözönüne alınarak hazırlanmıştır.
DİĞER ÖNEMLİ MADDELER
* Baş prensip vücuda yabancı madde sokmamaktır. Dişmacunu kullanmamalı, yerine fırça+su+doğal tuz kullanmalı, deterjan yerine su, bulaşık fırçası tercih edilmeli, ruj, krem, deodorant vb. kozmetik ürünlerden kaçınılmalıdır.
* Alman, Japon ve Macar bilim adamlarınca kırmızı pancar, havuç, kırmızı biber, kırmızı lahana ve ısırgan gibi zengin mineral yapısına sahip gıdaların kanser tedavisinde etkili olduğu gözlemlenmiştir.
' Mevsim değişikliklerinde vücudun mineral dengesi de mevsime adapte olmak ister. Bu ise mevsimin gıdalarıni almakla olur. Örneğin kışın vücut magnezyum ve kalsiyum gibi antidepresif lahana, havuç, şalgam, kereviz, yerelması, kuru fasulye, yulaf, turunçgillerde bulunan öğeleri ister. İlkbaharda hindiba, ısırgan, ebegümeci, biber, domates gibi demir ve C vitamini içeren vücudu canlandırıcı gıdalar gereklidir. Yazları kanı sulandıran kiraz, şeftali, kavun, karpuz gibi meyveler, kalpten ölümlerin fazla olduğu sonbaharda ise üzüm, kestane, nar, ayva, elma gibi kalbi güçlendirici, potasyumlu gıdalar vücudun ihtiyacını karşılar. Sera ürünleri veya ithal değişik mevsim meyvelerine bu yüzden itibar etmeyelim.
' Kemoterapide veya diğer bir sebeble kapsüllü ilaç alırken, kapsülün içini bir bardağa boşaltıp biraz suyla içmeliyiz. Zira kapsül de sentetik ve kansorejen bir maddedir ve keınoterapik ilaçların ikincil kanser oluşturma riski taşıdıklarına dair kanıtlar olduğunu da hatırlayalım.
' Kanserin iyileştirilmesinde en önemli etken disiplinli bir şekilde iyileştirici yolları uygulamaktan geçiyor. Nefsimizi dizginleyerek bu disiplini sağlayacak irade ancak bizim elimizde.Yani alışageldiğimiz yaşam biçimimizden (arkadaş toplantıları, günler,davetler, sosyal etkinlikler ve buralarda bize zarar verecek birçok unsurdan) soyutlanmak irademizle % 100 bağlantılı. Ünlü artist Mine Mutlu bu hastalıktan bu şekilde kurtulmuş fakat iyileşince terkedip yine bu hastalıktan vefat etmişti. Unutulmaması gereken diğer bir husus da manevi huzurun hormonların çalışması, bağışıklık, sinir, sindirim sisteminin güçlenmesi ve etkinliği dolayısıyla tüm vücut üzerinde oluşturduğu olumlu etkisinin tıbbi çevrelerce de kabul edilmesi.
KANSERİ YENMEK İÇİN KULLANILACAK GIDALARIN HAZIRLIGI :
1- Buğday çimi: Birkaç avuç buğday bir kaba oda sıcaklığında (15-20) derece üzeri suyla örtülecek şekilde bırakılır. 24 saat sonra su boşaltılır. 1 gün bu şekilde bekletilir ve daha sonra hergün sadece nemlendirecek miktarda su serpiştirilir. 1-2 gün içinde filizlenme başlayacaktır. Bundan sonra uzun süre dayanması ve çabuk bozulmaması için buzdolabına konulur. Buğday filizi çok kuvvetli bir gıda olduğu için günde 2-3 çorba kaşığından fazla alınmaz. Çorba, salata ve yemeklerde çok güzel garnitür olur. Kıyaslamalı besin içeriği:
100 gram Fosfor Magnezyum Kalsiyum Beyaz Ekmek 86 0.5 14
Tam Buğ Ekmeği 200 90 50
Buğday Tohumu 423 133 45
Çimlenmiş Buğday 1050 342 71
2- Doğal tuz hazırlanması: Piyasada sanayi tipi tuz olarak torbalarda satılan sadece yıkanıp öğütülmüş doğal tuz bulamazsanız aktarlarda satılan iri kaya tuz parçalarını elektrikli kahve çekeceğinde çekecek veya havanda döveceksiniz.
3- Soya: Soyayı pişirmeden önce geceden (10 saat) ıslatacaksınız. Düdüklü tencerede 1 saat pişirip 1/2 saat bekleteceksiniz. Pişen soya piyaz olarak çok iyi yenebileceği gibi bulgur pilavıyla karıştırılarak çok güzel bir tada kavuşacaktır.
4- Kepekli pirinç: Beyaz pirince göre 10-15 dakika daha geç pişer. En kolayı 5 dakika kaynatıp 1/2-1 saat suyunu çekmesini bekleyip daha sonra 15 dakika daha pişirmektir.
5- Doğal ekmek yapımı: 2 kg. tam kepekli buğday unu alınır. Doğal tuz ve su ilavesiyle hamur haline getirilir. Sızma zeytinyağıyla sıvanmış tepsiye yerleştirilerek 20-30 dakika fırında pişirilir. Dilimlendikten sonra poşet içinde buzdolabına konulur ve hergün yenileceği miktarda ısıtılır. Doğal ekmek az miktarlarda saç üzerinde pişirilerek de yenilebilir.
6- Isırgan salatası: Toplanan veya köylülerden alınan ısırgan bir kevgirin içinde suda yıkanır. Bu sırada üstündeki cildi yakıcı karınca asidi kısmen yok olur. Lastik eldivenle doğranır, doğal yağ+doğal tuz ve limon veya doğal sirke de ilave edilince yakıcılığı tamamen ortadan kalkarak yenilecek hale gelir.
7-Alternatif salatalar: Hindiba (radika), kuzukulağı, ebegümeci, yabani semizotu, bayırturbu, madımak vb.köylülerin sattığı herhangi bir kimyasal gübre görmemiş, ilaç veya hormon taşımayan yeşil bitki, yukarıdaki gibi salata yaparak yenilir.
8- Doğal sirke: Suyu çıkartılan elma veya üzüm 15 gün bir kapta üstüne tülbent örtülerek bekletilir ve süzülürse doğal sirke elde edilir.
9- Doğal çorba: Kereviz, havuç, patates, şalgam, pancar, yerelması, domatesin suyu çıkartılıp biraz posa+doğal tuz+ baharat+sızma yağ eklenerek ısıtılır.
10- Doğal şeker: Tüm bitkisel çaylarda bal ve pekmez tatlandırıcı olarak kullanılır. Esmer ya da doğal şeker diye satılan şekerler veya tatlandırıcılara itibar etmeyin.
Yanlış beslenme nedir?
DOĞRU VE YANLIŞ BESLENME NEDİR?
Çağımızda kanserin giderek yaygınlaşması, sanayice geIişmiş ülkelerde sıkça rastlanması (ABD'de ölüm olaylarının 1/6 sebebi) ya da birtakım insanlarda bu hastalığın olup birtakım insanlarda olmaması tesadüfe bağlanamaz. Muhakkak ki kansere yol açan ortak şartlar, etkenler vardır (çevresel, gıdasal, vb). Üstteki durumlardaki ortak etkenlerin en önde gelenleri ise rafine gıdalar ve hayvansal ürünlerdir. Doğallığını yitirıniş gıdalar (rafine gıdalar) ve hayvani gıdalar (et, tavuk, balık, vb.)ın aşırı tüketimi kanser hastası olan kişi ve toplumları, olmayanlardan ayıran başlıca etkenlerdir.
İNSANIN GIDA İHTİYACI NEDİR?
İnsanın günlük gıda ihtiyacı birçok araştırmalarla belirlenıniş, çizelgeler halinde sunulmuştur. Mesela orta aktif bir insanda günde 3.000 kalori, belli ölçülerde kalsiyum, fosfor, demir vb. mineraller, A, B, C vb. vitaminler ve her insanın kilosu kadar gram protein (kg/g) lazımdır. Örneğin 70 kg'lık bir insanın 70 gr. protein. alması gerekir (1. sınıf proteinlere ilerde değineceğiz). Bunu bilimsel anlatımdan günlük hayata indirgersek her gün yenecek Örn. 1 elma (veya diğer meyveler)+1 soğan (sarmısak, pırasa vb.)+1 tabak bulgur (esmer pirinç, kepek ekmek)+1 tabak soya+yeşilliklerden oluşan bir salata (roka, tere, ısırgan, hindiba, ebegümeci, marul vb. insanın tüm ihtiyaçlarını karşılamaktadır. İleride bu detaylı ve günlük bir menü şeklinde belirtilecektir (Kanser hastalığındaki beslenme özellikle mineral+vitamin ağırlıklı olacaktır).
RAFİNE GIDALAR NELERDİR?
Görüldüğü gibi insan vücudu yaşamını özünde protein, vitamin, mineral, karbonhidrat, yağ ve su üzerinde kurmaktadır. Bunları içermeyen herhangi bir madde (gıda görünümünde de olsa) vücudu yoracak ve bozacaktır. Rafine gıdalar:
Beyaz undan yapılan her gıda: (börek, , makarna, beyaz ekmek, kek, pide, galeta, vb)
Sebebi: Buğdaydaki mineral oranının diğer tahıllara kıyasla insan bünyesindeki minerallerin oranına en yakın olduğunu görürüz. Kanserle savaşımda ise minerallere ağırlık verilmesi gerekliliğini gözönüne alırsak buğdaydan azami istifadenin nasıl olacağı sorusu . aklımıza gelir. Kepek ve tohumundan ayrılan ve çeşitli emulgatör, maya, tat ve kıvam geliştirici katkı maddeleriyle yapılan beyaz ekmekler ve unlu mamüller önemli miktarda vitamin ve mineralini yitirmiş, vücudu yoran, birçok hastalığa direkman veya dolaylı olarak neden olan bir madde haline dönüşmüştür. Buğdaydan en iyi faydalanma yolu tam buğday unu ile evde ekmek yapımı, bulgur olarak tüketimi veya filizlendirilerek kullanımıdır. Buğdayın doğru olarak tüketimi özellikle kanserde en önemli konulardan biridir.
Beyaz pirinç: Piyasadan aldığımız, kepeğinden ayrılan ve talkla cilalanıp parlatılan beyaz pirinç vitaminlerinin tümünü, madensel tuzlarının % 60'ını ve lipitlerinin %80'ini kaybedip vücudu yoran bir madde haline dönüşmüştür. Kanserde iyileşmeyi sağlayacak mineralleri ihtiva eden esmer doğal pirince artık bir takım aktarlar, marketler ve doğal gıda satan dükkanlarda rastlamak mümkündür.
Konserveler, turşular, hazır gıdalar (çorba, puding, salça, sirke vb): Besleyici nitelikleri çok düşük olan bu gıdaların, yapılan deneylerde vücuda girdiğinde vücut adeta bir saldırıya uğrayacakınış gibi akyuvarların artışına sebeb olduğu gözlemlenmiş, sebze, meyve ve su gibi doğal gıdaları alırken böyle bir olaya rastlanmamıştır. Bilimsel kaynaklar ise katkı maddeleriyle ilgili hayvan deneylerinden alınan bazı sonuçlarda E320, E132, E250-251 gibi bazı katkı maddelerinin yönetmeliklerinin gösterdiği ölçü üzerinde kullanıldığı vakit kansere yol açabileceğini belirtmektedir. Bu yüzden salça, konserve, sirke, çorba, vb. gıdaları zaman ayırarak evde üretmek en emniyetli yoldur.
Her türlü alkollü içki, meşrubat (diet dahil), çay, kahve, sigara, meyve suları: Vücutta, alkollü içki veya sigaranın en ufak miktarının bile çok büyük tahribatlara yol açtığı bilinen gerçek. Çay ve kahveyi ise yine uyarıcı ve toksik yönleriyle değerlendirirsek, vücutta bağışıklık sistemini etkilemesi sebebiyle kansere zemin hazırlayıcı maddeler olarak görebiliriz. Bu konuda ülkenin önde gelen üniversitelerinin Milli Prodüktivite Merkezi ile yürüttükleri çalışmalar da var. Vücudu yoran, çeşitti kimyasal maddeler içeren meşrubatlarda ise; İngiltere'nin en ciddi gazetelerinden The Times ve The Independent'da kansere ' yolaçan "Benzen" maddesinin bulunduğu belirtilmekte.Su, maden suları, şifalı bitki çayları ve meyveler bünyemize en uygun alternatifler.
Beyaz Şeker, beyaz tıız, bal: Beyaz şeker ve tuz çeşitli kimyasal işlemler sonucunda açık renklerine ve granüle hallerine kavuşurlarken piyasada satılan sahte ballara da dikkat etmemiz gerekir. Her gıdada, tahılda, sebze-meyvede, bakliyatta zaten vücudun kullanacağı şeker (karbonhidrat) bulunur ve bu şeker en ideal şekerdir. Kaya tuzu veya sanayi, deniz ya da doğal tuz adı altında satılan tuzlar ise insan kanındaki tuzun kimyasal bileşimine en çok benzeyen tıızlardır. Kanserde en çok kullanılan forınüllerden biri ise halis bala ilave edilen ısırgan tohumunun 10 gün bekletildikten sonra kullanımıdır.
Tereyağı, margarin, rafine sıvı yağlar: Çeşitli kimyasal işlemlerle preslenen, rengi ve kokusu giderilen rafine yağlar, margarinler ve kolesterol ihtiva eden hayvani yağları, kanserlilerin kullanmaması gerekiyor. Bakliyat, tahıl, zeytin, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar, az miktarda olan günlük yağ ihtiyacımızı zaten doğal olarak bünyelerinde barındırıyorlar.
Bakliyat: Hastalığın başlarında özellikle sebze yemeklerini (hatta mineral ve vitaminlerinden maksimum istifade etmek için çiğ olarak) tercih etmek ve bakliyatı haftada 3-4 öğünden fazla yememek en doğru davranış.
HAYVANİ GIDALAR BAHSİ
Kepekli ve lifli olmadığı için sindirim sistemine ağır gelmesi ve fazla üretim için yemlerde kullanılan kimyasal maddeler,hayvanlara verilen hormonlar ve ilaçlar eti oldukça sakıncalı hale getirmekte. Katrandaki "benzopyrene" maddesi hayvani yağlardaki kolesterolde mevcutken, kanseri yenen insanların ortak olarak yaptıkları şeyin eti bırakmak olduğunu gözlemliyoruz. Insan vücuduna lazım olan 8 esansiyel amino asidi içeren l.sınıf proteinler az yağlı süt ürünleri (peynir, yoğurt vb) veya soyadan sağlanmalı, özellikle soyanın içerdiği Genistein ve Daidzein adlı antioksidanlar ve isoflavonlar göğüs, göden, akciğer, prostat, deri ve kan kanserini, kısaca her tip kanser oluşumunu engelliyor.
KANSERDE İDEAL BESLENME
Bu beslenme biçimiyle (kanserin vücuttaki bulunma oranına göre) 3-4 ay içinde vücut çok kuvvetlenecek (mineral+vitaminler) sayesinde, hastalığı ya yenecek ya da yenme yoluna girecektir.
SABAH [07.00-09.00):
1- Özellikle yeşil bir salata (ısırgan, tere, marul, ebegümeci, roka, vb. biri veya birkaçı) + sızma zeytinyağı + doğal tuz + limon,
2- Tam buğdaydan katkısız olarak yapılmış ekmek + az yağlı yoğurt veya az yağlı beyaz peynir (süt üıünleri yerine soya sütü ve ürünleri temin edilebilirse, daha idealdir),
3- Özellikle elma (ya da herhangi bir meyve),
4- Soğan veya sarımsak.
KUŞLUK [10:00-11.00), İKİNDİ (15.00-16.00), YATSI (21.00-22.00): Bunlardan biri ya da birkaçı, 4-5 kuru incir, 4-5 kuru kayısı.6-7 kestane,3-4 hurma,1 avuç kuru üzüm,1 avuç çimlenmiş buğday,1 havuç, 1 tabak limonlu maydonoz.
ÖĞLE - AKŞAM
1- Yemekten önce kahvaltıdaki gibi bir salata (kırmızı pancar ilavesi tercih edilir),
2- Yemek olarak sebze (ıspanak- kabak- pırasa-kereviz vb),
3- Haftada 3-4 öğünü geçmeyen bakliyat,
4- Yemekte veya yemek arasında 1 tabak soya (200-250 gr) veya yoğurt (200-250 gr).
Kanseri yenen kişilerin yediklerini incelersek genelde Demir, Potasyum, Kükürt, Manganez, Magnezynum gibi nıineral ağırlıklı olduğunu göreceğiz. Yukarıda belirtilen gıda sistemi de bunlar gözönüne alınarak hazırlanmıştır.
DİĞER ÖNEMLİ MADDELER
* Baş prensip vücuda yabancı madde sokmamaktır. Dişmacunu kullanmamalı, yerine fırça+su+doğal tuz kullanmalı, deterjan yerine su, bulaşık fırçası tercih edilmeli, ruj, krem, deodorant vb. kozmetik ürünlerden kaçınılmalıdır.
* Alman, Japon ve Macar bilim adamlarınca kırmızı pancar, havuç, kırmızı biber, kırmızı lahana ve ısırgan gibi zengin mineral yapısına sahip gıdaların kanser tedavisinde etkili olduğu gözlemlenmiştir.
' Mevsim değişikliklerinde vücudun mineral dengesi de mevsime adapte olmak ister. Bu ise mevsimin gıdalarıni almakla olur. Örneğin kışın vücut magnezyum ve kalsiyum gibi antidepresif lahana, havuç, şalgam, kereviz, yerelması, kuru fasulye, yulaf, turunçgillerde bulunan öğeleri ister. İlkbaharda hindiba, ısırgan, ebegümeci, biber, domates gibi demir ve C vitamini içeren vücudu canlandırıcı gıdalar gereklidir. Yazları kanı sulandıran kiraz, şeftali, kavun, karpuz gibi meyveler, kalpten ölümlerin fazla olduğu sonbaharda ise üzüm, kestane, nar, ayva, elma gibi kalbi güçlendirici, potasyumlu gıdalar vücudun ihtiyacını karşılar. Sera ürünleri veya ithal değişik mevsim meyvelerine bu yüzden itibar etmeyelim.
' Kemoterapide veya diğer bir sebeble kapsüllü ilaç alırken, kapsülün içini bir bardağa boşaltıp biraz suyla içmeliyiz. Zira kapsül de sentetik ve kansorejen bir maddedir ve keınoterapik ilaçların ikincil kanser oluşturma riski taşıdıklarına dair kanıtlar olduğunu da hatırlayalım.
' Kanserin iyileştirilmesinde en önemli etken disiplinli bir şekilde iyileştirici yolları uygulamaktan geçiyor. Nefsimizi dizginleyerek bu disiplini sağlayacak irade ancak bizim elimizde.Yani alışageldiğimiz yaşam biçimimizden (arkadaş toplantıları, günler,davetler, sosyal etkinlikler ve buralarda bize zarar verecek birçok unsurdan) soyutlanmak irademizle % 100 bağlantılı. Ünlü artist Mine Mutlu bu hastalıktan bu şekilde kurtulmuş fakat iyileşince terkedip yine bu hastalıktan vefat etmişti. Unutulmaması gereken diğer bir husus da manevi huzurun hormonların çalışması, bağışıklık, sinir, sindirim sisteminin güçlenmesi ve etkinliği dolayısıyla tüm vücut üzerinde oluşturduğu olumlu etkisinin tıbbi çevrelerce de kabul edilmesi.
KANSERİ YENMEK İÇİN KULLANILACAK GIDALARIN HAZIRLIGI :
1- Buğday çimi: Birkaç avuç buğday bir kaba oda sıcaklığında (15-20) derece üzeri suyla örtülecek şekilde bırakılır. 24 saat sonra su boşaltılır. 1 gün bu şekilde bekletilir ve daha sonra hergün sadece nemlendirecek miktarda su serpiştirilir. 1-2 gün içinde filizlenme başlayacaktır. Bundan sonra uzun süre dayanması ve çabuk bozulmaması için buzdolabına konulur. Buğday filizi çok kuvvetli bir gıda olduğu için günde 2-3 çorba kaşığından fazla alınmaz. Çorba, salata ve yemeklerde çok güzel garnitür olur. Kıyaslamalı besin içeriği:
100 gram Fosfor Magnezyum Kalsiyum Beyaz Ekmek 86 0.5 14
Tam Buğ Ekmeği 200 90 50
Buğday Tohumu 423 133 45
Çimlenmiş Buğday 1050 342 71
2- Doğal tuz hazırlanması: Piyasada sanayi tipi tuz olarak torbalarda satılan sadece yıkanıp öğütülmüş doğal tuz bulamazsanız aktarlarda satılan iri kaya tuz parçalarını elektrikli kahve çekeceğinde çekecek veya havanda döveceksiniz.
3- Soya: Soyayı pişirmeden önce geceden (10 saat) ıslatacaksınız. Düdüklü tencerede 1 saat pişirip 1/2 saat bekleteceksiniz. Pişen soya piyaz olarak çok iyi yenebileceği gibi bulgur pilavıyla karıştırılarak çok güzel bir tada kavuşacaktır.
4- Kepekli pirinç: Beyaz pirince göre 10-15 dakika daha geç pişer. En kolayı 5 dakika kaynatıp 1/2-1 saat suyunu çekmesini bekleyip daha sonra 15 dakika daha pişirmektir.
5- Doğal ekmek yapımı: 2 kg. tam kepekli buğday unu alınır. Doğal tuz ve su ilavesiyle hamur haline getirilir. Sızma zeytinyağıyla sıvanmış tepsiye yerleştirilerek 20-30 dakika fırında pişirilir. Dilimlendikten sonra poşet içinde buzdolabına konulur ve hergün yenileceği miktarda ısıtılır. Doğal ekmek az miktarlarda saç üzerinde pişirilerek de yenilebilir.
6- Isırgan salatası: Toplanan veya köylülerden alınan ısırgan bir kevgirin içinde suda yıkanır. Bu sırada üstündeki cildi yakıcı karınca asidi kısmen yok olur. Lastik eldivenle doğranır, doğal yağ+doğal tuz ve limon veya doğal sirke de ilave edilince yakıcılığı tamamen ortadan kalkarak yenilecek hale gelir.
7-Alternatif salatalar: Hindiba (radika), kuzukulağı, ebegümeci, yabani semizotu, bayırturbu, madımak vb.köylülerin sattığı herhangi bir kimyasal gübre görmemiş, ilaç veya hormon taşımayan yeşil bitki, yukarıdaki gibi salata yaparak yenilir.
8- Doğal sirke: Suyu çıkartılan elma veya üzüm 15 gün bir kapta üstüne tülbent örtülerek bekletilir ve süzülürse doğal sirke elde edilir.
9- Doğal çorba: Kereviz, havuç, patates, şalgam, pancar, yerelması, domatesin suyu çıkartılıp biraz posa+doğal tuz+ baharat+sızma yağ eklenerek ısıtılır.
10- Doğal şeker: Tüm bitkisel çaylarda bal ve pekmez tatlandırıcı olarak kullanılır. Esmer ya da doğal şeker diye satılan şekerler veya tatlandırıcılara itibar etmeyin.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 10 ziyaretçi (28 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|